Daha önce defalarca yazmış, söylemiştim:

Başarılı siyasetçiler ve siyasi partiler kendilerini, projelerini ve vizyonlarını anlatırlar.

Başarısız olanlar ise rakiplerini kötüler, öcüleştirmeye çalışırlar.

Geçmişte muhalefet partileri bu hataya çok düşerdi.

CHP’liler çıkıp hükümeti ve icraatlarını eleştirir, öcü gibi gösterirdi. “İstemezük” deyip neyi istediklerini anlatmazdı. Haliyle de girdikleri seçimler genelde hüsran ile sonuçlanırdı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu göreve geldikten sonra bu dili değiştirmeye başladı. Seçim kampanyalarında hükümete yönelik eleştiriler yerine, hükümetin icraatları ile ortaya çıkan sorunlara dair çözüm önerilerini dillendirmeye başladı.

Partinin 2015 seçimlerinde dillendirdiği “Emeklilere iki bayramda ikramiye”, “asgari ücrete hissedilir bir zam” ve “aile sigortası gibi vaatleri” CHP iktidara gelemese bile büyük ölçüde hayata geçirildi.

Kılıçdaroğlu’nun bu stratejisinin son yerel seçimlerde meyvelerini vermeye başladığını kimse görmezden gelemez.

Karşı tarafa baktığımızda ise durumun tersine döndüğünü görüyoruz. AK Parti uzun zamandan beri projelerini anlatmak yerine CHP başta olmak üzere diğer partileri ve siyasetçileri kötülemeye, onları öcüleştirmeye çalışan bir dil kullanıyor.

Öyle bir noktaya geldik ki Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, daha müreffeh bir Türkiye için araç olacakken, amaç gibi anlatılmaya, algılanmaya, tartışılmaya başlandı.

Üşenmezseniz, başta parti sözcüsü Ömer Çelik olmak üzere AK Parti’lilerin yaptığı açıklamaları geriye doğru tarayın.

Kendi dönemlerinde ortaya çıkan bazı sorunların çözümü için olanlar dışında en son ne zaman bir plan proje açıklamışlar bir bakın.

Göreceksiniz ki basın toplantıları çoğunlukla muhalefeti eleştirmekle geçmiş.  Muhalefetin iktidarı eleştirmesi normal karşılanabilir. Ancak 18 yıldır ülkeyi tek başına yöneten iktidarın bütün kötülüklerden muhalefeti sorumlu tutması anlaşılır gibi değil.

AK Partililerin yakınma ve öcüleştirme siyasetinin işe yarayıp yaramayacağını anlamak için kendilerine şunu sorması lazım:

Velev ki 82 milyon kişi HDP’nin PKK’ya mesafe koyamadığını, CHP’nin HDP’yle, dolayısıyla da PKK ile kol kola olduğunu söyleyenlere inandı. Hangi sorun çözülecek?

PKK terörü bitecek mi?

İşsizlik sona mı erecek?

Mutfaktaki yangın sönecek mi?

Zam yağmuru kesilecek mi?

Rakibi kötüleme siyaseti geçmişte başarılı olmadı. Bundan sonra da olmayacak gibi görünüyor.



İki yakın arkadaşımdan biri Belediye Başkanı diğeri onun danışmanı olmuştu. Onlar da yakın arkadaştı. Danışman olan arkadaşı sık sık “Özel sohbetlerde, kendi aramızda konuşurken arkadaşız. Ancak ortamda başkaları varken ‘başkanım’ ya da ‘siz’ diye hitap etmelisin” diye uyarmak zorunda kalmıştım.

Zira ben de AK Parti ve CHP’de milletvekili ya da belediye başkanı olan yakın arkadaşlarıma özel olmayan ortamlarda “siz”, “sayın başkan” ya da “sayın vekil” diye seslenmeyi tercih ediyorum.

Son zamanlarda CHP’de bazı danışman-patron ilişkilerini gözlemlerken bu sorunun hayli yaygın olduğunu düşünmeye başladım.

Geçenlerde bir danışmanın, gazetecilerin önünde CHP’li bir belediye başkanına “bunu niye okumadın” diye sorarken tanık oldum ve çok çok şaşırdım.

Aynı şaşkınlığı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanı tarafından yazılmış notu okuyunca da yaşadım.

Notta “AKP Anlaşmaya uymadı. Siz başlayınca RTE çıktı. Gündeme dair değerlendirmemi saat 14:00’te yapacağım diyerek bitirin” yazıyordu.

Danışman, durumu bildirip, kendi tavsiyesini ya da seçenekleri yazıp kararı Genel Başkan’ın takdirine bırakmak yerine, emir kipi ile yazıp adeta dikte etmiş.

İnsan okuyunca ister istemez “emrin olur” diye düşünüyor.

Matah bir şeymiş gibi o not bir de basınla paylaşılmış.

CHP’den maaş alan bir “profesyonelin”, CHP gibi 12 milyon oy almış büyük bir partinin genel başkanına, hem de yazılı bir notla emir kipi ile hitap etmesi tek kelimeyle saygısızlık.

Kılıçdaroğlu, mütevazı bir siyasetçi olarak bu durumu önemsemeyebilir ama bu üslubun, oturduğu koltuğun milyonları temsil ettiğini unutmamalı.