Malum Zafer Haftası’ndayız.
Ordumuzun en önemli kahramanlık destanı, 97 yıl önce bugünlerde yazıldı. Atatürk, Sakarya Savaşı’nın bir “subay savaşı” olduğunu yazar. Gerçekten de kıt imkanlarla, doğru strateji ve taktiklerle yürütülen ve kazanılan bir savaş, ancak kurumsal, gelenekleri olan bir kurmay subay aklının ürünü olabilir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bu aralar dönüşmeye çalıştığı profesyonel ordu, aslında Atatürk’ün kastettiği türden bir subay savaşını verebilecek bir subay ordusu olacak. Kulağa garip gelebilir ama daha dinamik, acil müdahale kapasitesi olan, az imkanla çok iş başarabilen (asimetrik bir güce sahip) düzenli bir ordudan söz ediyorum. Peki TSK’nın bu dönüşümü planlandığı gibi ilerliyor mu?
Bazı komutanların istifasından ve TSK içindeki eleştirilerden anlıyoruz ki “hayır.”
Bunun da iki önemli nedeni var:
İlki FETÖ belasının bertaraf edilmesiyle ortaya çıkan kurmay açığı. Yani geçici olsa da yapısal bir sorun.
İkincisi ise Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, sadece çok iyi tanıdığı, güvendiği subaylarla çalışmayı tercih etmesi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan “Bir yıl içinde orduda tek FETÖ’cü bırakma” talimatı alan Akar’ın “tanıma ve güvenme” kıstasıyla hareket ettiği ortada. Bu kıstas nedeniyle atama ve terfilerde Atatürkçü subayların da mağdur edildiği iddia ediliyor. Silah arkadaşları, istifa edenlerin kendilerini iki açıdan mağdur hissettiğine dikkat çekiyor:
1- Atama ve terfilerde kıdem ve liyakat dikkate alınmıyor,
2- Suriye (özellikle de İdlib) konusunda ilgili subayların görüşleri dikkate alınmıyor.
Geçiş dönemleri hep sorunlu olur. Bu geçiş döneminde başka istifalar da gelirse şaşırmayın.

Muhafazakarlar Atatürk’ü sevmiyor mu?


Fatma Kaplan Hürriyet, Kocaeli’nin merkez ilçesi İzmit’i 15 yıl aradan sonra AK Parti’den geri almıştı. 26-30 Ağustos tarihleri arasında düzenledikleri “Zafer Haftası” etkinlikleri için beni de İzmit’e davet etti. Seve seve kabul ettim.
Çünkü, gazeteci (ve aynı zamanda yardım gönüllüsü) olarak günlerce kaldığım 17 Ağustos 1999’daki deprem felaketinden bu yana İzmit şehir merkezine hiç gitmemiştim. O yıkık sokaklar, enkazlar, çığlıklar, can pazarı yıllarca rüyalarıma girmişti ve İstanbul’a giderken hep transit geçmeyi tercih etmiştim.
Ülke olarak benzer felaketleri bir daha yaşamamayı diliyorum.
Aradan geçen 20 yılda ayağa kalkan, biraz daha büyüyen İzmit’in halkı, yıllar sonra kenti bir kadına emanet etmiş.
Fatma Hanım, İzmit sokaklarında bir taraftan belediyelerin bütçe sorunlarından, büyükşehir ile ilçe belediyeleri arasındaki yetki karmaşasından söz ediyor, diğer taraftan da yol üstünde vatandaşlarla, özellikle de gençlerle, kadınlarla sohbet ediyordu.
Kadın siyasetçiler halkla temas konusunda erkeklerden çok daha avantajlı. Hürriyet Caddesi’ne doğru yürürken başörtülü bir kadın yanımıza yaklaştı ve biraz da duygusal bir ses tonuyla “özlemişiz başkanım” dedi. Kadın başını kaldırıp asılı Atatürk posterlerine dikkat çekince neyi kastettiğini anladım.
Benzer konuşmaları kent meydanındaki sohbetlerde AK Parti seçmenlerinden dahi duydum. Belli ki AK Parti döneminde “muhafazakar seçmen hoşlanmıyor” anlayışıyla kente pek fazla Atatürk fotoğrafı asılmamış.
Eminim siz de Anadolu’nun her yerinde ve halkın her kesiminde ülkenin kurucu önderine karşı duyulan büyük sempati ve vefa duygusuna her daim tanık oluyorsunuzdur.
Muhafazakar vatandaşların Atatürk ile hiçbir sorunu yok ama sanırım bunun farkında olmayan muhafazakar siyasetçilerin var.
Halbuki Kurtuluş Savaşı’nın zaferle taçlandığı günlerin yıl dönümünde Anıtkabir’e gitseler, ziyaretçilerin Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda anlattığı, Akşehir üstünden Afyon’a doğru, öküz ve tekerlek ölülerinin arasında ilerleyen kağnıların yanındaki vefakar köylü kadınların torunları olduğunu rahatlıkla anlayabilirler ve Zafer Haftası’nda AK Partili başkanlar da kentlerini gönül rahatlığıyla Atatürk fotoğraflarıyla donatabilirler.