Berkin.
15 yaşındaydı, bibergazı kapsülüyle kafasından vuruldu, komaya girdi, o halde yatarken 16 kiloya kadar düştü, Türkiye tarihinin gördüğü vebali en ağır 16 kiloydu, kısacık ömrünün son beş gününde, beynindeki hasar nedeniyle epilepsi krizi geçirdi, kalbi durdu, makineye bağladılar, akciğerinde hava deliği oluştu, beyin fonksiyonları çalışamaz hale geldi, iç organlarındaki yıkım büyüdü, vurulduğunda yaz mevsimiydi, sonbahar geçti, kış geçti, üç mevsim direndi, 269 gün dayanabildi, son nefesini verdi.



Miting meydanında kitle halinde yuhladılar.
Evladını elleriyle toprağa veren annesini yuhladılar.



Ethem öldü, kaynakçıydı.
Abdocan öldü, narenciye paketleme tesisinde asgari ücretliydi.
Ali İsmail öldü, babası inşaat işçisiydi.
Mehmet öldü, garsondu, babası pazarcıydı.
Ahmet öldü, üniversite mezunu işsizdi, inşaatlarda amelelik yapıyordu.
Berkin öldü, babası işsizdi.



“Bir avuç kaymak tabaka” dediler.
“Elit semtlerde oturuyorlar” dediler.
Her mitingte yuhladılar.
Küfrettiler.



Özgür, Elif, Can, Büşra, Tarık, Ceren, Oğuzhan, bir de kedileri vardı, Nohut... Bilkent Üniversitesi öğrencisiydiler, hukuk, uluslararası ilişkiler, turizm, iç mimarlık, siyaset bilimi, ticaret yönetimi, kimya okuyorlardı, 18-19 yaşındaydılar. Yılbaşı gecesini Özgür’ün evinde geçiriyorlardı, doğalgaz zehirlenmesinden hayatlarını kaybettiler.



Sorumluların yakasına yapışacaklarına, aman belediye zarar görmesin diye çocuklara saldırdılar, polis kayıtlarına göre resmen “yalan” olmasına rağmen “üstleri yarı çıplaktı” dediler. Yandaş medya alenen iftira manşeti attı, “kızlı erkekli alkolden öldüler” diye yazdı.



Pamir, bebekti.
Üç yaşındaydı.
Zekeriyaköy’de ailesi uyurken minik adımlarla evden çıktı, kayboldu, tüm Türkiye nefesini tutarak arama çalışmalarını takip etti, maalesef komşu villanın yosunla kaplanmış havuzunda cansız bulundu.



“Annesi Gezi eylemcisiymiş” dediler.
“Annesi Aleviymiş” dediler.
“Annesi DHKP-C’liymiş” dediler.
“Ailesi beyaz Türkmüş” dediler.
“Villalarda matem var vah vah” diye yazdılar.



La Diva Turca, dünyaca ünlü sopranomuz Leyla Gencer vefat etti, vasiyeti üzerine bedeni yakıldı, İstanbul Boğazı’na serpildi.
Yandaş gazetede “küllerinizle suyumuzu kirletmeyin” diye yazdılar.



Profesör Türkan Saylan vefat etti.
Akp’nin akil gazetecisi “bizim ölülerimiz ayrı, bunların ölüleri ayrı” diye yazdı, “ölülerin arkasından konuşulmaz diye bir kural yok” diye yazdı.
Kemoterapi nedeniyle dökülen saçlarını örtmek için kullandığı boneyi kastederek “hayatı boyunca başörtüsü düşmanlığı yaptı ama, ömrünün son zamanlarını başörtüsüyle yaşadı!” diye yazdılar.



Zeki Alasya vefat etti.
“Rahmet okunmamalı, cenazesi camiden kaldırılmamalı” diye yazdılar.
Levent Kırca vefat etti.
“Müslümanlara zehir saçan alkolik tiyatrocu öldü” diye yazdılar.
Tarık Akan vefat etti.
Akp’li trol hesaplarında “cuma bereketiyle geldi” dediler, “ateşi bol olsun” dediler, “elhamdülillah bir RTE düşmanı daha gitti” dediler, “geberdi melun” dediler, “artık cehennemde rol kesersin” dediler.
Profesör Yaşar Nuri Öztürk vefat etti.
Yandaş gazetede “bunun cenaze namazı kılınacak mı?” diye yazdılar.
Kamer Genç vefat etti.
Akp belediye başkan yardımcısı “Allah düşmanları bir bir gidiyor” dedi.



Mustafa Koç vefat etti.
Yandaş gazetede “denize işediği için para cezasına mahkum olmuştu” diye yazdılar, “mübarek cuma günü defnedebilirlerdi, pazar gününü tercih ettiler!” diye yazdılar, “önce yahudi adetlerini yerine getirsinler, sonra şakacıktan müslümanmış gibi gömerler” diye yazdılar, “işbirlikçi komprodor ölmüş, ölmemiş kime ne” diye yazdılar.



Ankara Garı’nda bomba patladı.
Tarihimizin en ağır terör saldırısıydı, 109 insanımız hayatını kaybetti.



Konya’daki milli maçta güya saygı duruşu yapıldı, patlamada hayatını kaybeden insanlarımız yuhlandı, ıslıklandı.
Sosyal medya hesabında canlı bombaya fatiha okuyanlar oldu.
TRT’de “ölenlerin hepsini aynı kefeye koymayın, oradan geçen masum insanlar da vardı, kurunun yanında yaş da yanmasın” mesajı okundu, spiker “aynen katılıyorum” dedi!



Dubai’den gelen özel uçak İran’da düştü, ikisi pilot biri hostes, 11 pırıl pırıl genç kızımız hayatını kaybetti.



“Mevlütten dönmüyorlardı” diye yazan oldu.
“Bekarlığa veda partisi veriyorlardı, topluca bekarlığa veda ettiler” diye yazanlar oldu.
“Dünya bunlardan kurtuldu” diye yazan bile oldu.



Çocuğuna okulun istediği pantolonu alamayan 45 yaşındaki işsiz baba, kendini astı, cebinden sadece 20 lira çıktı.
Yandaş eğitim sendikası başkanı “pantolon ajitasyonu” dedi.
Yandaş televizyonlarda “sayın cumhurbaşkanımıza zarar vermek için bu tür olayları sanki ekonomik kriz varmış gibi çarpıtıyorlar” denildi.



Alanyaspor kafilesi trafik kazası geçirdi, Çek futbolcu Josef Sural hayatını kaybetti.
Trollere gerek kalmadı, müftülük tweet attı, “müslüman olmayanlara rahmet dilemeyin” dedi, “bir kimse iman etmeyip küfür üzere öldükten sonra, başkalarının onun için yapacağı dualar geçersiz olur” dedi.



Neslican vefat etti.



“Herkes cennete kavuştu diyor, bu çıplaklıkla biraz zor” dediler.
“Bir primciden daha kurtulduk” dediler.
Dökülen saçlarıyla fotoğrafını yayınlayıp “keltoş” dediler.
“Laik” olduğu için “ölüm bilinci” olmadığını bile söylediler.
İsminin önünde “profesör” ve “rektör” sıfatı bulunan akp yandaşı akademisyen, “seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgarına kapılan Neslican’ın, dinin gücünden faydalanamadığını, bu yüzden acı çektiğini” söyledi.



Sadece hukukunu, demokrasisini kaybetmedi bu ülke...
İnsanlığını kaybetti.
İnsanlıktan çıktı.



Tek tesellimiz var.
Her tweette... Kara cehaletleri, kapkara kalpleri, zifiri karanlık vicdanlarıyla “ak” dedikleri zihniyetin, kara kaplı tarihini yazıyorlar.