Kimi zaman sokağa girdiğimdeki o yemek kokusu gelir burnuma...

İçime çekerim...

Hangi evde pişerse pişsin, birazdan kapı çalınır, bacım kapıyı açar, ufak kız “Annem gönderdi” diyerek uzatırdı tabağı...

Sofralarımız öyle yakındı...



Babam mahallenin bütün çocuklarını tanırdı...

O sert adam gülümser, başlarını okşar, selam gönderirdi babalarına... Babam arkadaşlarımı sevdiği için gururlanırdım...

Mahallenin bütün çocukları sanki babamındı...

Birisi düşüp dizini kanatsa, birisi hastalansa, birisi sınıfta kalsa, tüm mahallenin anneleri çat kapı koşardı...

Şefkatlerimiz öyle yakındı...



Bir cenaze olduğunda mahallede...

Hiçbir evde radyo çalmazdı...

Müzik sesi duyulur, ayıp olur komşuya, acısı varsa paylaşılırdı hangi evde olursa olsun, tüm mahalle yas tutardı...

Şehrin caddesinden bir cenaze geçtiğinde, Arap, Kürt, Sünni, Alevi, sağcı, solcu, sarhoş, ayık, inanan, inanmayan... Esnaf kapının önüne çıkar, gücü olanlar koşup bir ucundan tutup da tabutu, dualar farklı olsa da uğurlarlardı...

Acılarımız öyle yakındı...



Ne yaptınız böyle...

Çocukları vuracak kadar...

Annelerin elinden yavrularını alacak kadar...

Babaları hücrelere kapatacak kadar...

Ölümlerden sevinecek kadar...

Cenazeleri yuhalayacak kadar...

Kendi askerimizi düşman, kendi aydınımızı hain, kendi yaşamlarımızı haram görecek kadar...

Nasıl yaptınız?...



Düşman bunu yapamazdı...

Terör, PKK, IŞİD, yabancı parmağı falan diyorsun ama, bizim sevgimiz, saygımız, ortak duygularımız, kimsenin yıkamayacağı kadardı...

Bunu yapsa yapsa ancak biz yapardık...

Yüreklerimizdeki duyguları yıkmak için, ancak onun kadar güçlü bir şeye ihtiyaç vardı...

İşte; “Din, iman, Allah, peygamber, Kuran” diye diye yaptınız bunu...



Hâlâ o camlardan güzel yemek kokuları gelir burnuma...

Barışa aç, güvene aç, şefkate aç, huzura aç, gülümsemeye aç, sevince aç, burnumu çeke çeke giderim...

Bir viraneye döndü mahalle...

Nefret bu kadar mı yakındı?..




17 Ekim 2015 tarihli yazısı.