Sevgili okurlarım, Türkiye’de gazeteciliğin hangi koşullarda yapıldığına burada bazen (utanarak bile olsa) değinmek zorunda kalıyorum.

Herhangi bir yazıyı yazarken, herhangi bir habere imza atarken, ister istemez düşünüyoruz:

Acaba başıma iş gelir mi!

Hele yazdıklarınız iktidarın hoşuna gitmiyorsa, gitmeyecekse, sonrası için her şeye hazırlıklı olacaksınız.

Tehditler, hakaretler, küfürler, iftiralar, aşağılamalar, her şey...

Yazdıklarınızın doğru olup olmaması hiç önemli değildir.

Önemli olan fırsat bu fırsattır deyip size sövmeleridir!

★★★

Saygı Öztürk’ün Perşembe günü gazetemizde “Trabzon böyle bir yükseliş görmedi” başlıklı bir haberi çıktı...

Ali Ayvazoğlu isimli biri belediyede işçi kadrosunda imiş.

Sonra eşinden boşanmış, AKP’den milletvekili olan Bahar Ayvazoğlu isimli bir hanımla evlenmiş ve böylece yükselişe geçmiş.

Her ikisinin de yükselmesi böyle başlamış, Ali Bey’e bu iktidar tarafından yeni makamlar ihsan edilmiş.

Şimdi yeniden daha etkili bir takım makamlara yükselmesi bekleniyormuş.

Haber özetle böyle.

★★★

Ortada, gazetede çıkmış bir haber var...

Doğru olabilir, yanlış veya abartılı da olabilir.

Ama İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı neresinden baksanız çok yanlış...

Sabahın erken saatlerinde zehir zemberek bir açıklama yaptı ki, aynen şöyle:

“İnsanlık görevimi yapıyorum. Saygı Öztürk’ün bu yazısı namussuzluktur. Bahar Hanım ahlâklı, faziletli bir kadındır.

Ali Bey’e minnettarız. Trabzon turizmini ayağa kaldırdı.

Bugünden sonra bu namus düşmanına (yani Saygı’ya) kim röportaj verirse, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır.”

Sonra yazılı açıklamasında bir düzeltme yapıyor, “Kim röportaj verirse” cümlesini “Kim muhatap alırsa” diye değiştiriyor.

★★★

Şimdi Bakan Bey’in bu mesajına neresinden bakmalı!..

Haberde kendi ismi geçmiyor.

İma yoluyla bile olsa kesinlikle geçmiyor.

İkincisi, haber yapan bir gazeteciyi hangi hakla “Namussuzlukla” suçlamaya kalkışıyor?

Üçüncüsü, Saygı Öztürk’ü bundan sonra muhatap alacak herkesi de aynı anda namussuzlukla suçluyor.

Elindeki namus terazisini bilmiyoruz ama olacak şey değildir.

★★★

Kendinden yana olmayan gazetecileri bakanlık ve iktidar gücüne sığınıp suçlamak kolay iştir.

Bakan Bey çok büyük bir yanlış yapıyor.

Belli ki Trabzon’da yaşayan ve haberde adı geçen kimselerle çok yakın bir ilişki içerisinde.

Dayanamamış, o satırları yazmış.

Belki de o aileden kendisine rica gelmiş:

“Abi bizim hakkımızı sen korursun, senden bunu bekleriz!..”

Ve Bakan Bey oturmuş bilgisayarının başına, camı çerçeveyi indirmeyi bu yolla başarmış!

AKP milletvekili hanımefendi için “Bahar Hanım ahlaklı, faziletli bir kadındır” diyor.

Peki ama haberde söz konusu hanımın ahlakına, faziletine laf eden bir tek sözcük var mı?

★★★

Şimdi işin geneline bakalım...

Gazeteci haber yapar, yazı yazar.

İçinde hatalar, yanlışlar, hatta yalan ifadeler ve hakaretler varsa açıklama gönderirsin.

Daha da olmazsa savcılığa şikayet edersin, ayrıca tazminat davaları açarsın.

Saygı’nın haberinde bunların hiçbir yok.

Eğer yalanı yanlışı varsa, haberde adı geçenler gazetecinin ne yaptığını herkese duyururlardı. Ama Bakan Bey değil.

Üstelik Bakan Bey makamına hiç yakışmayan hakaret ve tehditler savuruyor...

Çok ayıp ve yakışıksız oldu...

Ve düşünün ki, bizim can ve mal güvenliğimiz kendisinin elinde.

Bu durumda biz kime nasıl güveneceğiz!

★★★

Sevgili okurlarım, Süleyman Soylu’nun bu inanılmaz sözleri sonrasında dün bizim kesimde yer alan muhalif gazetelerin köşe yazılarına baktım.

Ne yazık ki Can Ataklı dışında hemen hiç kimse bu konuya girmemişti!

Sadece gazetelerde değil, muhalif bildiğimiz internet sitelerinde de durum üç aşağı beş yukarı aynı idi. Sadece Saygı’nın televizyonda ağladığı haber yapılmıştı.

Bizim kesimin genelinden, muhalefet partileri dahil ses yoktu!

Demek ki vuruş güçlü bir yerden geldiği takdirde, karşı taraf istediği kadar haksız olsun, yanlış yapsın ve hakaret etsin, biz suspus oluyorduk!

Kendi adıma bir gazetecilik deneyimi daha kazanmış oldum.

Keşke kazanmasaydım.