Bir Cumhurbaşkanı’nın dış politikayla ilgili sözü senettir.

“Öylesine söylemiştir” deyip geçemezsiniz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “10 Büyükelçiyi istenmeyen kişi ilan etme talimatı verdim” sözü de senet gibidir. Ağızdan bir kere çıkmıştır, gereği yapılması şarttır.

Peki yapılmış mıdır?

Hayır.

Neden yapılmamıştır?

O büyükelçilikler 18 Ekim’de yaptıkları Osman Kavala açıklamasına dair sorulara şu toplu yanıtı verdiği için:

“Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine uyduğumuzu not ederiz.”

(Bu arada bir uyanıklığın da altını çizmezsem olmaz:

Elçilikler bir uyanıklık etmiş, orijinal yanıtın çevirisinde “not eder” yerine “teyit eder” ifadesini kullanmış.



Diplomatik metinlerdeki “Confirm”, “affirm” gibi sözcüklerle “note” arasındaki farkı bilmeyeni aday meslek memuru dahi yapmazlar.)

Nihayetinde elçiliklerin bu açıklaması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı  ve ekibini tatmin etmeye yetmiş ve Ankara 10 büyükelçiyi sınır dışı etmekten vazgeçmiş.

Olayların nasıl geliştiğini biraz araştırdım.

Bizim Dışişleri Bakanlığı’nda duayen diplomatlar var. Hepsi Erdoğan’ın talimatı yerine getirildiği takdirde neler yaşanacağını öngördüğünden, bir “diplomatik formül” arayışına girmiş. 10 ülke adına ABD Büyükelçiliği ile yoğun bir trafik başlamış. Sonucunda “İçişlerimize karışmadığınızı teyit ederseniz biz de Cumhurbaşkanımızı ikna ederiz” gibi bir teklif yapılmış.

Zaten iki ülke arasında diplomatik ilişkiler Viyana Sözleşmesi’ne göre şekillenir ve her diplomat o sözleşmeye bağlılığını teyit ederek ülkesini temsilen göreve başlar.

Haliyle böyle bir açıklama o on ülke açısından “malumun ilanı”.

Büyükelçiler de tereddütsüzce malumu ilan etmişler.

★★★

İşte diplomasinin mucizesi bu!

Çok daha büyük krizler yaratabilecek bir sorunu dahi basit bir “malumun ilanıyla” aşmayı sağlayabiliyor.

Ne yazık ki memlekette “herkes bize düşman” anlayışı hakim olduğundan bu yana, iktidar diplomasiyi memleket sınırlarına sokmuyor, her konuda “gemileri yakma” pozisyonu alıyordu.

“İstenmeyen Kişi” krizi sayesinde diplomasinin öneminin bir kez daha farkına vardık.

Dilerim bundan sonra yöneticiler fevri çıkışlar yapmadan, gemileri yakmadan önce diplomasiyi hatırlarlar.

Çünkü onlar gemileri her yaktıkça, biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ağır bedeller ödüyor, en iyi ihtimalle biraz daha yoksullaşıyoruz.

★★★

İktidar ve iktidar destekçileri buradan kendisi için bir “zafer”, büyükelçiler için “geri adım” çıkarmaya çalışıyor ama ne yazık ki ikisi de değil.

Büyükelçiler amaçlarına ulaştılar. Kavala davasına yeterince dikkat çektiler. Malumu ilan ederek kendi başlattıkları bir krizi de yatıştırdılar.

Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak “kimin zaferi, kimin geri adımı” diye düşünmek yerine, atılacak olası yanlış adımlar nedeniyle gelecekte ödeyeceğim bedellerden kurtulduğum için seviniyorum.

Gül’ün dikkat çektikleri önemli!


Büyükelçiler krizi sürerken geçmişte Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık görevlerinde de bulunmuş 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görüşlerini merak etmiştim. Kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesi benim açımdan ufuk açıcıydı. Gül, istenmeyen adam kriziyle ilgili sağduyu çağrısı yaparken, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konusunda da görüşlerini paylaşmıştı. İktidarın bu kurumları “öcü” gibi gösterdiği bir dönemde Gül’ün dikkat çektiği noktalar önemliydi:

- Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucularından biridir.

- Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu iki dönem Avrupa Konseyi Parlamentosu’nda Başkanlık yapmıştı.

- Türkiye insan hakları konusunda evrensel standartları yakalamak için Anayasası’nın 90. maddesini değiştirerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile AİHM kararlarını kendi iç hukukunun üzerinde tutmuştu.

- AİHM kararlarını uygulamamak, bu nedenle Bakanlar Komitesi’nin gündemine alınmak, Türkiye’nin sırtına önemli bir yüktür.

- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir şiir okuduğu için hapse girdiğinde, Avrupa Konseyi Parlamentosu’nda 90 parlamenterin imzasıyla Erdoğan’a destek bildirisi yayınlanmıştı.

Gül’ün tespitlerini dinledikten sonra kendim için şu özeti çıkardım:

Evrensel insan hakları standartları, hukuk devleti ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Hakkı, hepsinden önemlisi de “adalet” bir gün hepimize lazım olabilir.