SÖZCÜ muhabiri, değerli gazeteci İsmail Şahin’in “Merkez’in Kazığı” başlıklı haberini gazetemizde okudunuz herhalde. AKP için söylenecek en güzel tekerleme “benim oğlum bina okur, döner gene okur” yakınmasıdır. Bu tekerlemede geçen “bina” sözcüğü, Arap harfleriyle yazmayı öğrenmenin ilk aşamasını ifade eder. Ancak geçen zaman içinde bu özgün anlam gitmiş, yerine AKP’nin iktisadi politikasını anlatan süper bir özdeyiş gelmiştir. AKP, her sorunun çözümünü, o iş için dev bir bina yapmak olarak görmektedir. Sayıştay raporuna göre Merkez Bankası, İstanbul Finans Merkezi’nde yaptırmaya başladığı 352 metre yüksekliğindeki 59 katlı genel müdürlük binasının kaba inşaatına 2.3 milyar lira ödeyecekmiş. Herhalde ince işler ve dekorasyon için de en az bir bu kadar para harcanacaktır. (Ümidim yok ama inşallah bu çılgın proje gerçekleşmez diyelim.) Ben bu binanın maliyetinin emsaline göre yüksek olup olmadığını bilmiyorum. Bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan Merkez Bankası’nın işini daha iyi yapmasına en küçük bir katkı sağlamayacak, dev ve ucu açık bir yatırıma girişilmiş olmasıdır.

BANKA SİZ

Uzunca bir süredir, başta merkez bankaları olmak üzere, her tür bankacılık, sanal ortamda katma değer yaratan bir sanayi haline evriliyordu. Pandemi ile birlikte, merkez bankaları gibi, temasta bulunduğu müşterisi az finans kurumları değil, milyonlarca mudiye hizmet veren perakendeci bankalar bile faaliyetlerin çoğunu internete aktardı. Bankalar, müşterilerine sundukları tüm hizmetleri cep telefonu üzerinden verir oldu. Kullanımı kolay aplikasyonlarla her mudi, bir banka memuru haline getirildi. Herkes kendi işlemini kendi yapar oldu. Bankalar bu sayede eleman ve mekan tasarrufuna gitti. Sadece bankalar değil “bilgi işleme” yöntemiyle katma değer yaratan tüm firmalar personelini kısmen de olsa “evden çalışır” hale getirdi. İş süreçleri değiştirildi. Ofislerde bırakın özel odayı, özel masa kavramı kalktı. Eğer bizim Merkez Bankası’nda, hâlâ her sabah binlerce kişi, çalışmak için evinden çıkıp bir binaya gidiyorsa vah vah. Merkez Bankası’nın yapacağı son şey Atatürk’ü çağrıştırıyor diye Ankara’yı bırakıp, Abdülhamid Han’ı hatırlatıyor diye İstanbul’a taşınmaktır. Ankara’da bilgisayarını açan her kişi, o an hem İstanbul’da hem Londra’da hem her yerdedir. Kaldı ki Merkez Bankası’nın İstanbul’da kişisel görüşmeler için kullanacağı çok güzel bir binası vardır.

BÜTÜN YÜKLER TEMELE GİDER

100 katlı binanın bacasına konan bir leyleğin yükü bile, o binanın temeline intikal eder. Ülke ekonomilerinde de kamunun yaptığı her harcamanın (ister faydalı, ister faydasız olsun) mali külfeti de “halka intikal eder.” Devlet, demirden yapılmış bir emme-basma tulumbadır. İçinde bir gram su yoktur. Halktan su/para emmeden hiçbir kimseye veya projeye su/para basamaz. Merkez Bankası’nın yaptığı her harcamanın yükü de halkın sırtına biner. Merkez Bankası ben bunu kârımdan karşıladım diyemez. Çünkü Merkez Bankası’nın kârı da halka aittir. Kaldı ki; devleti adına para basan merkez bankaları “kâr” etmez, edemez. Bilançosunda “kâr” diye görünen rakam kâr değil, aslında halktan toplanan bir vergidir. Vergiler de fiyatlara yansır. Bu da enflasyonu yükseltir. Enflasyonun bir adı da pahalılıktır.

Son söz: Dayağı yiyen, döveni de sorar.