İnsanlara ‘‘En önemli erdem nedir?’’ diye sorulduğunda genellikle verilen ilk cevap, dürüstlüktür.

Dürüst olmak güven ve mutluluğu beraberinde getirirken, yalan söylemek ilişkilere zarar verir, sadakatsizliği ortaya çıkarır.

Kimse kendisine yalan söylenmesini istemese de herkes öyle ya da böyle yalan söyler. Yalana da genellikle ‘‘Ben asla yalan söylemem’’ diyerek başlar. ‘‘Yalandan nefret ederim’’ diyen kişi bunu söyleyerek kendini de bir nevi aklamış sayar ama yine de yalan söyler.

Yapılan araştırmalar, insanların tanımadıkları insanlarla konuştuklarında en az yüzde 60 yalan söylediklerini ortaya çıkarmış.

Erkekler günde ortalama altı kez yalan söylerken, kadınlarda bu ortalama üçmüş… Yani beyler maalesef daha yalancı. Bunu ben söylemiyorum, araştırmaları yapan bilim adamları söylüyor.

Aslında yalan, insanların genlerinde bulunan bir tür savunma mekanizması olduğundan kaçabileceğimiz bir olgu değildir. İlginçtir ki, insanlar başkalarının üzüntü ve sıkıntılarını azaltmak; ilişkilerin bozulmasını önlemek gibi bazı durumlarda yalan söyleme konusunda sakınca görmemekte, tam aksine bunu makul bir yol olarak kabul etmektedirler.

Bu da yalan söylemenin toplumun işlevselliğini sürdürmesinde önemli bir rol oynadığını ve insanın günlük hayatının bir parçası olduğunu göstermektedir.

Gün içerisinde söylenen yalanlar, kişinin hem kendi çıkarını göz önünde bulundurduğu, hem de diğer insanlarla ilişkisini devam ettirmek için kullandığı bir çeşit strateji olarak da kabul edilebilir.

Örneğin, bazen işe veya eve geç kaldığımızda, bir şekilde durumu kurtarmak için yalan söyleriz. Bazen de karşıdakini kırmamak adına beyaz yalanlar denen zararsız yalanlara başvururuz. ‘‘Sorun sende değil bende’’ veya ‘‘Kafam karışık, biraz zamana ihtiyacım var’’ bunların en yaygın olanlarıdır.

‘‘Yalanın rengi mi olur?’’ demeyin. Sadece rengi değil, tonları bile var.

Kara yalanlar var mesela, kapkara… Bunlara en güzel örnekler, din adına söylenen yalanlar, iktidar olabilmek adına söylenen yalanladır.

Günümüzde politikacıların çıkarları için gözlerini kırpmadan yalan söylemeleri siyasetin en büyük sorunlarından biridir. İşin kötüsü, yalan ne kadar büyük olursa inanılırlığı o kadar artıyor. Bu yüzden sanırım, politikacılarımız ağızlarını hiç korkak alıştırmıyorlar. Salla gitsin, yutan çok nasıl olsa…

Mor yalanlar var mesela, söylendiği zaman insanı utandıran. Örneğin, bir restoranda yanınızda yeterli para olmadığını fark ettiğinizde, cüzdanınızı evde unuttuğunuzu söylemek gibi...

Kadınların erkeklere, erkeklerin de kadınlara söyledikleri pembe yalanlar var... Bunlar, söylenenin yalan olduğu bilinmesine rağmen karşındakinin gönlünü hoş eden yalanlar.

Örneğin; ‘‘Sensiz yaşayamam’’, ‘‘Bugüne kadar gördüğüm en güzel kadınsın’’ gibi…

Kuyruklu yalan var mesela; yakalanan bir yalanı örtbas etmek için başka yalanlara baş vurma şekli.

Yalansız yaşamak gerçekten zor, ama bir de bunu alışkanlık edinmiş olanlarımız var.

Etrafımızda görürüz, bazıları ekmek yer gibi, su içer gibi, nefes alırcasına yalan söyler. Öyle güzel anlatırlar, öyle güzel senaryolar yazarlar ki inanmamak elde değildir.

Aslında bu durum ‘mitomani’ denilen bir psikolojik rahatsızlık. Hastalarına da mitoman deniyor. Bu kişiler, kendilerini yalan söylemekten alıkoyamıyorlar ve yalanlarına da herkesten önce kendilerine inanıyorlar.

Yalanın rengi olur mu bilemem ama ne şartla söylenirse söylensin yalan, yalandır ve söylenen yalanların bir gün ortaya çıkma gibi bir alışkanlığı vardır.