Bir el yağda, diğeri hem yağda hem balda oturduğun yerden, baktığın büyük pencereden, sana anlatılan masallardan hep böyle işler tıkırında gidecekmiş sanırsın.

Mis gibi çiçek kokularının, kuş cıvıltılarının ardında, taa ötelerden hoş olmayan, incecik bir ses duyarsın, tıkarsın kulağını olur biter!

Gecenin karanlığında çığlık atar biri, ne yaparsın? Duymamış gibi yaparsın!

Sekiz ayrı bitkiden yapılma gençleştiren, türlü hastalıklara şifa, cildi geren, kalbe ferahlık veren iksir gibi sonbahar çayını yudumlarken, YAĞTV kanalında bir kılıç darbesiyle 7 düvele diz çöktüren kahramanın dizisini izlersin. Tam da yerinde, derindeeen bir inilti işitirsin. Biraz daha açarsın televizyonun sesini, bastırırsın.

Sokakta kadın mı, erkek mi yoksa bir çocuk mu ağladığını duyarsın bir başka alacakaranlıkta. Belki, şöyle gelip geçer bir kederlenme olur sende. Pencereyi örtersin, yüreğinle birlikte. Çift değil, üç camlıdır sırça köşkün çerçeveleri, duyulmaz arızalar.

Hep böyle gidecek sanırsın.

Gitmez!

Bir gün otobüsün önünde ‘saygı ve sabır taşkınlığı ile bağırır’ biri, “eve ekmek götüremiyoruz” der.

Ne yapacaksın?

Otobüsün penceresini şak diye yüzüne kapasan olmaz. Duymamış gibi öte yana baksan olmaz. Televizyon yok, sesini açamazsın!

Abartabilir durumu bazıları.

Adamın biri ya da kadının biri ya da çocuğun biri pazar artıklarında ‘eve gidecek’ şeyler arar. O yere iki büklüm eğilmiş yiyecek ararken biri onun fotoğrafını çeker. Hiç hoş olmaz...

Yürüyüp gidemezsin. O an aklına, ‘onlar belediyenin temizlik görevlisi’ demek gelir. Dilin kemiği yoktur, neler dedi bugüne kadar o dil!

Memleket gerçeklerini sınırlı da olsa verebilen bir televizyondan, tarım krediye olan borcunu ödemek için sözüm ona merkez bankasının yüzde 15’e indirdiği faizleri iplemeyen bir bankadan yüzde bilmem kaç faizle kredi çeken Uşaklı çiftçi İbrahim Kaya’nın borçlarını ödeyemediği için tutuklandığı haberini duyarsın, İbrahim’den sonra onun gibi tarım kredi borçlarını kapatmak için bir başka bankadan kredi çekip ödeyemeyen eşi Hatice Kaya’nın da tutuklanmak üzere olduğunu öğrenirsin.

Cümleleri okurken bile nefesin kesildi değil mi? Düşün! Karı koca ve de sahipsiz olup tutuklanmak nasıl bir şey?

Kim bilir? İçinden, yer yarılsa da içine girsem ya da bütün bunlar bir kabus olsa uyandığımda gerçek olmadığını görsem dersin, belki! Dersin ve bir zaplamayla, ‘Ne olacak şu Amerika’daki enflasyonun hali’ diyen yalaka kanala geçersin, sesini de açarsın ki komşunun televizyonundan öbür kanalın sesi tırmalamasın kulağını.

Canın sıkkın telefonundan sosyal medyaya bakarsın, ne diyorlar olan bitene?

Millet Ankara’nın Mamak İlçesi’nden, İstanbul’un Esenyurt İlçesi’nden, şu ilden, bu ilçeden şakır şakır yağan yağmurun altında çekilmiş fotoğrafları paylaşıp duruyor.

Bakarsın fotoğraflara, aaa ekmek kuyruğuymuş!

Tıpkı buradaki gibi upuzuuuuuuuuun ekmek kuyrukları uzamış memlekette...

Neymiş, Ankara’da siyez unundan, kavulca buğdayından, cevizli, üzümlü, bol tahıllı değil anca fakirin fukarının almaya gücünün yetebildiği ucuz belediye ekmeğinden alabilmek için sıraya girmiş insanlar, yağmura aldırmadan.

Ne demeli bu olaylara, bu fotoğraflara?

Ucuz ekmek kuyruğuna girenler için, onlar aslında TRT’nin padişahlı dizilerine dolgun maaşla alınacak figüranlar mı demeli?

Bir zamanlar haksızlıklara karşı, “Batsın bu dünya” diyen Orhan Baba gibi, sıkıntı var ama abartmayın mı?

AKP’li vekilin birinin dediği gibi, bolluk kuyruğu mu?

AKP’li başka bir vekilin dediği gibi, ne güzel işte, hiç olmazsa kuru ekmek değil fırından yeni çıkmış mis kokulu ekmek kuyruğu mu?

***

Bugüne kadar akıllara ziyan söylenenlere bakarsak neler diyebileceklerini kestirmek akıl işi değil.

Korkarım çok yakında zam üstüne zam gelen benzin pompası başında ağzına geleni söyleyenlere, pazarda tezgahın önünde yarım kilo patates alırken ‘canımıza yetti bu pahalılık’ diyenlere, kasabın önünde hiçbir şey almadan ve hiçbir şey demeden duranlara, bebeğinin ağzına mama alamadığı için üç öğün köyden gelen tarhanayı dayayanlara, yağmur altında kuyrukta beklerken korkutucu sessizlikleriyle feryat edenlere, ‘çaya çorbaya limon haline getirilen’ Gezi benzetmesi bile yapılır!

Daha dün, Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘atama rektöre’ karşı çıkan öğrencilerin, akademisyenlerin eylemlerini benzetmediler mi Gezi’ye!

Ama bu ekmek işi alengirlidir! İstersin belki, benzetemezsin başka işlere...

Buğday un olmak ister, un hamur olmak için emek ister, su ister, maya ister, tuz ister, nem ister, kendine gelmek için zaman ister, pişip ekmek olmak ister, suyuna bir güzel banmak için yanında kaynamış taş olsun bi şeyler ister, fırından, bakkaldan almak için cepte azıcık para olsun ister!

Yerde bulsa ekmeği öpüp başına koyar bu memleketin insanı. Bilir, mübarek bozulursa herşey bozulur çünkü! Ucuz ekmek için kuyruklara girsin istemez, insan gibi ekmek almak için gramajı düşmemiş, hak mayası sağlamlığı ister!