İYİ Parti Uluslararası Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Kamil Erozan SÖZCÜ’ye konuştu. Erdoğan’ın tatmin edilemeyen bir egosu olduğunu söyleyen Erozan, “Bence pusulası şaşmış vaziyette. Gemi hepimizin gemisi ama sorun gemide değil, kaptanda, çarkçıbaşında ve eldeki o doğru göstermeyen pusulada” dedi.


Türkiye’de şu andaki rejimle benzer şekilde kuralsız kaidesiz, başına buyruk yönetilen ülkelerde iç ve dış siyaset birbiriyle iç içe yürüyor, bazen iç siyasette kazanmak uğruna ülke içinde veya dışında beklenmedik olaylar ortaya çıkabiliyor, bazen de sabrı taşan halkın tepkileri beklenmedik olayları getirebiliyor.  Umalım ki bizde bunlar olmasın, örneğin bir savaş ihtimali ortaya çıkmasın, ancak mevcut durum hiç iç açıcı değil, Ege’yi kendi denizi haline getiren, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyişiyle “Adalarımızı işgal eden” Yunanistan’ın uçaklarımızı, gemilerimizi taciz etmekten çekinmeyecek kadar ileri gitmesine rağmen ABD’nin ve AB ülkelerinin ona olan desteği giderek artıyor. Suriye’de bir başka büyük sorunla karşı karşıyayız; Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllardır indirmeye çalıştığı Esad’la görüşmek istediğini sık sık ima ederken Esad bunun olabilmesi için şartlar öne sürüyor ve aynı sırada Suriye’den Türkiye’yi kınayan mesajlar duyuluyor. NewYork’ta yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dış sorunlarımızı dünyaya duyurmamız, haklılığımızı anlatmamız için bir fırsattı, acaba bunu kullanabildik mi, orada neler oldu? Acaba Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olacağımızla ilgili açıklama geleceğimizi nasıl etkiledi? Putin, Rusya’da seferberlik ilan etti, bunun sonucu Ukrayna, diğer ülkeler ve bizim için ne olacak? Son derece önemli konuları, Türk Dışişleri’nde son derece önemli görevler üstlenmiş deneyimli bir büyükelçimizle, aynı zamanda İyi Parti’nin Uluslararası Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Erozan’la konuştum.

ERDOĞAN’IN TATMİN EDİLEMEYEN BİR EGOSU VAR

*Cumhurbaşkanı Erdoğan Birleşmiş Milletler 77’inci Genel Kurul Toplantısı için New York’taydı, bu toplantılar ülkelerin siyasi sorunlarını diğer dünya ülkeleriyle paylaşmaları ve çözüm arayacak ikili görüşmeler yapmaları açısından çok önemli. Erdoğan, Biden’la görüşmek için onun Londra’dan dönmesini beklemiş ama bu görüşme olmadı, Biden onunla sadece fotoğraf çektirdi ama Yunanistan Başbakanı Miçotakis’le ikili görüşme yaptı. Açık olarak her fırsatta Yunanistan’ın yanında olduklarını gösteriyor. Bu duruma ne diyorsunuz, Erdoğan’ın BM’deki konuşmasını izlediğiniz zaman ne düşündünüz?

Şöyle söyleyeyim; bir defa Erdoğan’ı değerlendirirken, analiz ederken söylemine değil, eylemine bakmalısınız. Birleşmiş Milletler bütün liderlik kadroları için, bütün ülkeler için “bir güzellik yarışması” dediğimiz bir yer. Yani herkes dünyanın meselelerine ilişkin gözlemlerini paylaşmak suretiyle kendisini o dünya yelpazesinde konumlandırmaya çalışıyor. Erdoğan’ın şöyle bir zafiyeti var, daha doğrusu tatmin edilemeyen bir egosu var, o egoyu ben şöyle tarif ediyorum; “Dünya 5’ten büyüktür, ben 6’ıncıyım” ruh haline sahip. Nitekim kendisine orada “Biden’la ikili görüşme olsun ister miydiniz” diye sorulduğunda “O Biden’sa ben de Erdoğan’ım” dedi, yani bu  “şahsım” dediğimiz doyurulamayan bir egonun zafiyetlerini taşıyor. Türkiye’nin kendisini özellikle bu Ukrayna-Rusya savaşından sonra nerede konumlandırdığını hepimiz biliyoruz ve Batı aleminde bu çatışmayı her ne kadar “İşgali tanımıyoruz, Kırım’ın işgalini tanımıyoruz, Lugans, Donetsk, Herson’daki referandumu da tanımıyoruz” gibi açıklamalar yapılıyor olsa da Türkiye yaptırım uygulamamak suretiyle kendisini Batı aleminde farklı bir yere oturtmuş vaziyette. Yunanistan dediğiniz şey biraz daha uysal bir çocuk, uysallığının da karşılığını alıyor. Biraz önce sizin de ifade ettiğiniz “Biden, Erdoğan’la resim çektirdi, Miçotakis’le görüştü” dediğiniz nokta bunun tezahürü. Hatta Miçotakis bu hafta bir açıklama yaptı “Türkiye’nin hem NATO’dan, hem de AB ile ilişkilerinde dışlanması gerektiğini” söyledi. Dolayısıyla Batı alemindeki uslu çocuğa Batı aleminin ana oyuncuları elma şekeri vermekten geri durmuyorlar.

BATI “BEN ŞANGHAY’A ÜYE OLACAĞIM” DİYEN ADAMLA NİYE KONUŞSUN

*AB üyesi olması da onu daha avantajlı duruma getirmiyor mu?

O ayrı, o zaten bir aki artık onun için, bu konuya hiç girmiyorum çünkü AB üyeliğiyle o ailenin içinde, biz ailenin dışında, kapıda bekleyen ve beklemeye devam edeceği de anlaşılan bir pozisyondayız, bu iktidar olduğu sürece Türkiye-AB ilişkilerinde bir gelişme beklemek de hayalcilik olur. Dolayısıyla biz kendimiz açısından baktığımızda Türkiye bu ara ihmal edilmeye mahkum. Önemi artmış mıdır, artmıştır, özellikle bu savaş ortamında jeostratejik anlamda önemi artmıştır ama bu artan öneminin karşılığını alabilecek durumda değildir, çünkü Batı alemi “Ben gidip Şanghay’a üye olacağım” bir adamla niye otursun konuşsun? Trajikomik bir durum var ortada. Yüksek sesle söylemiyor olsalar da belki kendi içlerinde “Git kardeşim, kolaysa git” diyorlar. Erdoğan’ın bence pusulası şaşmış vaziyette, elinde bir pusula var, kendisine yol haritası olarak bir yerlere varmaya çalışıyor, gemi hepimizin gemisi doğru ama bizim gözlemimiz; sorun gemide değil, kaptanda ve çarkçıbaşında ve eldeki o doğru göstermeyen pusulada.

*ABD, Yunanistan’da, Ege adalarımızda üsler kuruyor, herhalde sadece Yunanistan uslu olduğu için değil, planı gereği Türkiye’yi bir yandan Suriye’de PKK ile diğer tarafta Ege’de Yunanistan’la kuşatıyor. Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırmasını da unutmayalım, yani bir olay çıkarsa Türkiye’yi her yönden bağlamış oluyor.

Şöyle diyeyim, ben “kuşatma” kelimesini sevmiyorum, niye sevmiyorum; bizim tarih kitaplarımızda öyledir, biz kuşatma dediğimizde hep birlikte Viyana kuşatmasını hatırlarız, bir yeri zapt etme, fethetme, işgal etme anlamıyla kullanılan bir kelime. Amerika’nın özellikle Yunanistan’la yaptığı, bunu aynı şekilde hem Romanya hem Bulgaristan’la yapıyor, onlar da 10 yılı geçti, NATO üyesi oldular, şu anda NATO alemi, Batı alemi açısından yükselen tehdit Rus tehdidi ve bunun somut örneğini Ukrayna savaşıyla gördük. Şimdi, ben kuşatma değil “çevreleme” diyeceğim ama o çevreleme de Türkiye ile ilgili değil, Rusya’yla ilgili bir konu.

TÜRKİYE “ONE MİNUT”TEN BU YANA HASIM KONUMUNA DÜŞTÜ!

*Şu anda Suriye’de PKK/PYD’ye yardım etmesinin Rusya’yla bir ilgisi var mı?

Bunlar ayrı konular, biri Batı Avrupa’nın güvenliği açısından ilgili bir durum, diğeri İsrail’in güvenliğiyle ilgili. Suriye kısmı tamamen İsrail’in güvenliğiyle ilgili, niye; Türkiye Amerika açısından güvenilir olmaktan çıktı, U dönüşü yaparak İsrail’le bu işi biraz yamamaya, sorunları gidermeye çalışıyoruz ama olan oldu. Son 15 seneye bakarsanız; “one minut”ten, Mavi Marmara olayından bu yana İsrail’in güvenliği açısından daha önce neredeyse müttefik konumunda olan Türkiye birdenbire İsrail’le hasım konumuna düştü.

ERDOĞAN İSRAİL’LE YAKINLAŞIYOR, ÇÜNKÜ İKTİDAR TÜKENDİ!

*Şimdi ilişkiler düzeliyor değil mi, daha önce “Bu görevde bulunduğum sürece İsrail’le olumlu bir şey düşünemem” diyen Erdoğan New York’ta İsrail Başbakanı ve Yahudi lobileriyle görüşmedi mi?

Mecburiyetten dolayı. Çünkü iktidar tükendi. İsrail nükleer silahları olan bir ülke, etrafında 100 milyonu aşan bir Arap halkası var. İsrail geçmişte o Arap halkasından doğan tehdidi gidermek için bölgede Arap olmayan müttefikler aradı. İrangate olayına giderseniz o dönemde İsrail “Irak’a karşı savaştığı için” İran’a yardım etti. Araplara karşı o “Farsi” dediğimiz alem, aslında imamlar olmasa, Şah dönemine giderseniz kanka durumundaydılar. Bölgede Arap olmayan başka kim var; Kürtler var. Erdoğan döneminde İsrail’in Türkiye ile olan ilişkisi bozulunca İsrail de Arap olmayan başka müttefikler aradı ve Kürtleri buldu. Şimdi Amerika ve İsrail o Kürt motifini İsrail’in güvenliği açısından kullandılar. Irak’ın kuzeyinde olan durum, bugün “Fırat’ın doğusundaki” dediğiniz durum hep aynı nedenle oluştu.

ABD’NİN ÖNCELİĞİ İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ

*Irak’ın kuzeyinde “Kürtler” derken, oradaki PKK terör örgütü değil miydi?

Biz PKK diyoruz, onlar demiyorlar ki. Orada Barzani’nin rejimi var, Irak’ın federal yapısı içinde yasal bşr devletçik var. Biz “orada PKK’nın odakları da var” diyoruz ama Irak açısından ABD hiçbir zaman bunu söylemedi. Sonunda Suriye’de “Irak’takine benzer bir devletçiğin” yaratılmasını ABD, İsrail’in güvenliği açısından yararlı gördü, hala da görüyor. Türkiye ile ilişkiler normalleşse dahi olan oldu dememin sebebi bu. Yani biz Irak’ın kuzeyindeki oluşumu göz yumarak veya dolaylı destek vererek yarattığımız gibi aynı şeyi maalesef bu iktidarın yönetiminde Suriye’de Fırat’ın doğusunda yarattık.

ERDOĞAN’IN ÇARESİZLİK SENARYOSU!

*Son zamanlarda İsrail’le olan bu yakınlaşma bir kazanç sağlar mı Türkiye’ye?

Olaya geniş bakmak lazım; İktidar bugüne kadar o coğrafya ile ilgili politikasını Hamas üzerinden götürüyordu, İsrail’le ilişkileri düzeltmek için Hamas satılıyor şu anda. Mısır’la ilişkileri düzeltmeye çalışıyor; Müslüman Kardeşler’i satıyor, Suudi Arabistan’la ilişkileri düzeltmeye çalışıyor; Cemal Kaşıkçı’nın dosyasını satıyor. Satıyor ve satıyor, niye? Tükendi. Ekonomik olarak tükendi, ekonomik olarak tükenmiş bir ülkenin, milli geliri 9000 doların altına düşmüş Erdoğan yönetimindeki bir Türkiye’nin artık dış politikada tercihleri yoktur, sadece mecburiyetleri vardır. Erdoğan, bu mecburiyetlerin gereğini yapmakla meşgul. Çaresizlik senaryosu!

*Çaresizlik senaryosu diyorsunuz ama Cumhurbaşkanı Erdoğan yine de Amerika’da sert tutumunu devam ettirdi, Yunan Başbakanı Miçotakis de “Ankara’nın bu saldırgan tutumu iç siyasetle ilgili, Ege’deki kara sularımızı genişletmek için egemenlik hakkımızı kullanırsak Türkiye bizi savaşla tehdit ediyor” diyor, bir yandan da Türk halkına ve dünyaya karşı dostluk, komşuluk mesajı veriyor.

Niye bunu söylüyor, Türk-Yunan ilişkileri her iki ülke açısından sadece dış politika değil, aynı zamanda iç politika sorunudur. Yani, Erdoğan’ın bazen “eyy” diyerek, dişlerini göstererek Yunanistan’ın üstüne yürümesinin arkasında sadece dış politika motifleri yoktur, aynı zamanda iç politika motifleri vardır. Kağıt üzerinde Haziran’da seçime gidiyoruz, Miçotakis’te Temmuz’da seçime gidiyor, onun da kendi kamuoyu ve iç politika arayışları var, dolayısıyla iplerin kontrollü bir şekilde gerilmesi her iki taraftaki liderliğin de işine yarıyor. Dolayısıyla bu neredeyse “danışıklı dövüş” diyebileceğimiz bir tablo gibi görünüyor.

Erdoğan ile Biden BM Genel Kurulun’da


YUNANİSTAN İYİ ÇOCUĞU OYNUYOR

*Ben şunu kast ediyorum Sayın Erozan; aynen ekonomide büyük kayba rağmen inatla “düşük faiz politikası” yapacağız dediğimiz gibi inatla dünyaya karşı o sert politikayı devam ettiriyoruz, Miçotakis de bunu kullanıyor ve Türkiye’yi her fırsatta “saldırgan” olarak gösteriyor.

“İyi çocuk” dediğim o. Zaten Erdoğan’ın mimlenmiş vaziyetteki profilinin karşısında iyi çocuğu oynuyor. Ne kadar iyi olduğu tartışma konusudur, yani o kadar iyiyse önce silahlandırdığı adaları silahsızlandırsın. Nasıl Erdoğan açısından “söyleme değil, eyleme bakıyoruz” diyorsak aynı şey Miçotakis açısından geçerli, o kadar iyi çocuksa silahlandırdığı adalardaki silahları çeksin.

İKTİDARA 20 YILDIR SORUYORUZ, SÖYLEMİYOR

*Paris Anlaşması nedeniyle silahsızlanmış olması gerekiyor, onlar hem asker hem ağır silahlar, toplar yerleştirdiler. ABD ve NATO neden durumu bilmiyormuş gibi davranıyorlar?

Bunun arkasında bir hukuki analiz gerekecektir ve o hukuki analiz yapılsa Türkiye haklı çıkar. Yani adaların aidiyeti, karasularının genişliği, hava sahası gibi konuları tartışılması gerekenler kategorisinde tutabiliriz ama adaların silahlandırılması konusunda herhangi bir kimse bir laf edemez. Hem Lozan Anlaşması, hem Paris Anlaşması açısından. Diğerlerinin söyledikleri Türkiye’nin o adaların “egemenliğini” tartışma konusu yapmasıyla ilgili, çünkü Çavuşoğlu şöyle bir şey dedi; “Bu adalar size silahsız kalması koşuluyla verildi, siz silahlandırdınız, dolayısıyla ben filmi geri sararım, sen silahlandırdığına göre o koşulu ihlal etmişsindir, o zaman adaların sana ait olduğunu sorgularım” dedi.  Adalar konusunda Çavuşoğlu’nun “adaların egemenliği üzerinden söylediği sözlerden” kaynaklanan bir sıkıntı var. Silahlandırma meselesi ikili bir konu ve 1960’lardan beri vardı, her zaman Türkiye bu işi takip etmiştir, notalar yazılmıştır, ben Bakanlığa girdim, bu notaları ben de yazdım 1973 senesinde. “Orada bu kadar top var, havaalanı askeri olarak da kullanılıyor” diye hep yazdık, karşılık bulamadı. Ama önemli olan konunun güncel noktası, ben iktidara 20 yıl ne yaptığını soruyorum, söylemiyor. Ama şimdi kendisi 21’inci yılda bu mesele üzerinden kendisine bir puan arayışına girdi, burada bir hata var.

*O puan ararken bu gecikme de sonunda Türkiye’nin başına patlayacak, ya savaş, ya da kabul edeceğiz.

Büyük bir paketin parçası olarak oturup müzakere etmek lazım.

YUNANİSTAN’IN İLK KAYBEDECEĞİ ADALAR OLUR!

*Tam seçim öncesi bir savaş ihtimali çıkabilir mi?

Şimdi hiçbir şey yapılamaz, ben müstakbel iktidardan bahsediyorum. Şimdi bunun hiçbir şey olması mümkün değildir ve Türkiye ile Yunanistan’ın çatışması da mümkün değildir, bu söz konusu değil. O silahlandırılmış adaların hedef olduklarını Yunanistan biliyor. Yani bir çatışma olduğunda Türkiye gidip Atina’yı vurmaz, ben size ciddi bir senaryodan bahsediyorum, Yunanistan’ın ilk kaybedeceği şey adalardır. Dolayısıyla yok böyle bir şey. Yunanistan hem kendi güvenliği, hem AB üyesi olması, hem Avrupa’nın ötesinde Amerika’nın da uslu çocuğu ve sevdiği çocuk olmasından aldığı cesaretle kendine göre elini yükseltiyor bu oyunda. Eli yükseltiyor ama ben Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaş olacağını hiç düşünmem ama olduğu anda ilk kaybedeceği adalardır, ne silah kalır, ne başka bir şey.

ÇATIŞMANIN OLMASI NATO’NUN BİTMESİ DEMEKTİR!

*Amerika karışmaz mı diyorsunuz, o kadar üssü sadece Rusya’yı korkutmak için mi kurdu? Yunanistan geri adım atmayacak gibi göründüğüne göre olay nereye varacak?

Bu çatışma olamaz diyorum, olması NATO’nun bitmesi demektir. Yunanistan geri adım atmazsa bedelini öder, her şeyin bir bedeli var. Bugünkü Türkiye’nin müzakereye oturması yanlıştır. Ben Nisan ayı başında Yunanistan’da bir ekonomik foruma gittim, orada sadece Yunanlı parlamenterlerin katıldığı “Komşumuzu Tanıyalım” diye bir oturum vardı, ben de bir köşeye oturdum ve dinledim. O oturumda eski Yunanistan Başbakanı Venizelos dedi ki “47 sene sonra -1974 Kıbrıs Barış Harekatı dönemine götürüyor- Türkiye ile müzakereye oturmanın tam zamanıdır” dedi. Ne demek istiyor bu adam sizce?

VENİZELOS TÜRKİYE İÇİN NE DEDİ?

*Ben Venizelos’un bu konuşmasını okumuştum, basına geçti herhalde.

Ben söyledim de öyle geçti, o toplantıda benden başka kimse yoktu, Türkiye adına bunu duyan ben varım. Dolayısıyla adamlar şunu diyor; “Önümüzdeki dönemde bu iktidar gidici, yerine gelecekler bu kadar zayıf olmayacak, başka bir Türkiye bulacağız” diyor. Yani, Türkiye ile müzakere edeceksek bu kadar zayıf bir Türkiye’yi bir daha yakalayamayız” diyorlar. Bugünkü ortamda bence bu iktidar kiminle masaya oturursa otursun zayıftır. Nitekim bu zayıflığı Mısır’la müzakerede gördük, adamlar ne istiyorlarsa yaptırıyorlar, İsrail ne isterse yaptırıyor. Kim neyi yaptıramıyor?

İKTİDARSA NE YAPABİLECEĞİNİ GÖRELİM

*Sayın Erozan, Yunanistan dün gemilerle Türkiye’ye çok yakın olan Midilli adasına 23, Sisam’a 18 zırhlı askeri araç çıkardı. Hemen BM konuşmalarından sonra Türkiye’yi tahrik ediyor ve bunlar ABD’nin Dedeağaç limanına gönderdiği askeri araçlar. “Yunanistan bedelini öder” demiştiniz, bunların bedeli ne olacak? Gözümüzün önündeki bu tahriklere susulacak mı?

Bedeli var derken iktidar ne yapacağını söylesin. Ben Erdoğan’ın beyanından sonra hem Fuat Oktay’a, hem Hulusi Akar’a, hem Çavuşoğlu’na bir yazılı soru sordum, versin cevabını, iktidarsa ne yapabileceğini görelim. Bu soruyu sizin de iktidara sormanız lazım, ülkeyi onlar yönetiyor.

 İKTİDAR ÜLKEYİ YÖNETMİYOR Kİ, YÖNETMEKTEN ACİZLER!

*Siz ne yapmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?

Şimdiye kadar yapmadıklarını yapsınlar, 20 sene sustular, yine susuyorlar. Ahmet Yıldız, Avrupa Konseyi Parlamenter Assamblesi’ne bir mektup gönderdi, Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili her şey var, “işgal edilen adalar” konusu yok. Sorduk “hangileri işgal edildi” diye, cevap veremiyorlar. İktidardaki adamlar bu ülkeyi yönetmiyorlar ki, yönetmekten acizler.

*Türkiye’nin bu kadar önemli sorunu varken Cumhurbaşkanı Erdoğan BM konuşmasında Keşmir sorununa zaman ayırdı. Bir Hintli gazeteci “Yüzde 80’i aşmış enflasyonun olduğu ülkede Erdoğan ideolojik olmak yerine pragmatik olmalı” demiş. Böyle bir zamanı neden Hindistan-Pakistan sorununa ayırıyor?

Pakistan’a destek olmaya çalışıyor, biliyorsunuz Taşkent’te, Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısında Pakistan’la yan yana oturdu, yeni müttefikler edinmeye çalışıyor. Pakistan’la her zaman ilişkilerimiz iyiydi ama Keşmir sorunu bizim Kıbrıs sorunu gibi bir meseledir, bizde nasıl Kıbrıs sorunu Türkiye ile Yunanistan arasında dikenli bir konuysa Keşmir meselesi de Pakistan-Hindistan arasında dikenli bir konudur, nitekim Erdoğan’ın bu konuşmasından sonra Hintliler de hiç hoşnut olmadıklarını söylediler.

ESAD’LA GÖRÜŞME İSTEĞİ DE “MECBURİYETLER”DEN

*Erdoğan şimdi Esad’la görüşme isteğinde olduğunu söylüyor, ima ediyor, Hakan Fidan’ın istihbarat örgütleri düzeyinde görüşmeleri sürüyor ama bu arada Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad “Türkiye’nin Astana’da verdiği sözleri yerine getirmemesi barış süreci önündeki tek engel” dedi. Esad’la görüşme isterken bu çelişki tuhaf değil mi?

Esad’la görüşme isteğini de “mecburiyetler” kategorisine koymanız lazım. Esad ne istiyor; bir defa bu Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) tasfiye edeceksin, iki; ülkende bana muhalif olan hükümetler kuruldu –aynen Müslüman Kardeşler’in Mısır açısından yapmış olduklarının bir başkası Suriye açısından, Esad rejimine karşı olan bir sistem var Türkiye’de- bunu ortadan kaldıracaksın diyor. Suriye Muhalefeti diye bir hükümet kuruldu Türkiye’de, yani Esad karşıtlarının konuşlandığı yer Türkiye bugün. Esad onları “terörist” olarak adlandırıyor ve bunlara verdiğin desteği kaldıracaksın diyor.

ÖSO DENİLEN BİR ORDU VAR, NE YAPACAK ŞİMDİ TÜRKİYE?

*Şu sıralarda Esad muhaliflerinin sınır dışı edildiği haberleri çıkıyor.

Evet çıkarıyor, siyasi muhalefeti çıkarmak kolay, ÖSO’yu nasıl tasfiye edeceksiniz? Böyle bir soru var, Türkiye bugün Esad’a karşı eli silahlı bir ordu besliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK/PYD/YPG’ye karşı verdiği mücadelenin dışında bu “Emevi camiinde namaz kılacak” senaryosunun gereği olarak kurulmuş, ÖSO denilen bir ordu var, Esad “onu da tasfiye edeceksin” diyor, ne yapacak şimdi Türkiye? Sorunuzdaki Suriye Dışişleri Bakanı’nın söylediği; biz senden bunları istedik, sen gereğini yapmadın demektir.

HDP’NİN MÜTTEFİK OLMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR!

*HDP de orada kurulmak istenen PKK devletiyle bağlantılı, o bağlantıyı koparmıyor, seçim yaklaşırken partilerin HDP ile ilişkisi bu durumda nasıl olacak?

HDP bugüne kadar terörizmle arasına mesafe koyamadı, böyle bir mesafeyi koyamamış, PKK’yı terörist olarak tanımlayamamış, PKK’nın türevi kategorisinde olan PYD/YPG’ye tavır koyamamış bir partinin, ne kadar yasal olursa olsun; İyi Parti veya bugün muhalefetteki partilerle sizin zihninizde veya sokaktaki vatandaşın zihninde olduğu gibi bir müttefiklik içinde olması mümkün değildir.

6’LI MASADA KRİZ BEKLEYENLERE: “ŞEYTAN AZAPTA GEREK”

*İktidara yakın gazetelerin bazı köşelerinde devamlı olarak 6’lı masada bir kriz çıkacağını yazıyorlar, özellikle de CHP ile İyi Parti arasında cumhurbaşkanı adaylığı üzerinden bir kriz olacağını tekrarlıyorlar. Farklı konuşmalar ve gelişmeler olduğu için şüphe doğurabilirler, sizce bu olabilir mi?

6’lı masada kriz çıkacağını iddia eden köşelere tek cevabım “Şeytan azapta gerek”. (Gülüyor) Bunlar iyice şaşırmışlar yahu, şaşırmışlar. Korkunun ecele faydası yok.

Bu köşe yazarlarından biri AKP’nin oylarının yaz aylarında yükseldiğini, yüzde 37’ye çıktığını yazdı, anketler tersini söylerken nereden çıkarıyorlar bu rakamları acaba?

Başka ne yazmalarını bekliyorsunuz ki. Bu isimlerin “İşler kötüye gidiyor” diye yazması mümkün mü? Fahrettin Altun’la birlikte çalışıyorlar.

*Dünya ülkeleri enflasyon endişesiyle saldırgan faiz yükseltme politikası uygularken bizim hala düşük faizle enflasyonu zirveye çıkarmamız, TL’nin değerinin düşmesi konusunda söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Bu ülkenin bir baş ekonomisti var ve bu ekonomistin kafasında “sabite” diyebileceğimiz, hard diskine işlenmiş bir program var, bu programın adına ben sabite diyorum, sabittir yani. Bu sabitenin özelliği Erdoğan kritik kararlar almaya kalktığı zaman bunu olması gereken objektif temelde değil, ideolojik temelde alır. Erdoğan’ın faizleri düşürme çabasını ekonomiyle izah etmek mümkün değil.

*İdeolojiyle nasıl izah ediyorsunuz? Zenginleri daha zengin yapmak üzere mi program yapılıyor?

Hayır, haramdır faiz, bu kadar basit.

*Kemal Kılıçdaroğlu “Faize karşıyız diyorlar, 8 ayda KKM dahil ödenen faiz 250 milyar lira” dedi.

Bundan sonra da halktan oy isteyecek değil mi, aman istesin. Dini temelde alıyor bu kararı, hiçbir ekonomist bu kararı almaz, alamaz. Bu kafayla giderse herhalde önümüzdeki dönemde yapacağı şey; birinin kendisini Nobel ekonomi ödülüne aday göstermesini sağlaması.

BU SEÇİMDEN DAHA ÖNEMLİ BİR ŞEY YOK!

*Bu seçim için Türkiye Cumhuriyeti açısından son seçim deniyor, aynı fikirde misiniz?

Erdoğan kendisi söyledi, hatırlamıyor musunuz; Atatürk’ün Cumhuriyetini “parantez” olarak tanımlamadı mı bunlar? O parantezi 2023’te kapayacaklarını sanıyorlardı, mimarisini Erdoğan’ın yapacağı ikinci bir cumhuriyet kurmak amacıyla. Önümüzde bu seçimden daha önemli bir şey yok!

Ahmet Kamil Erozan,


AHMET EROZAN KİMDİR?

Ahmet Kamil Erozan, 1969 yılında Saint Joseph Lisesi’nden, 1973’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu ve aynı yıl Dışişleri Bakanlığı’na girdi. 1986-89 yılları arasında NATO Genel Sekreterliği Siyasi İşler Bölümü’nde siyasi danışmanlık yaptı, 1991-95 yıllarında Moskova Büyükelçiliği’nde Müsteşar, 1995-97 arasında Dışişleri Bakanlığı Enerji ve Boru Hatları Daire Başkanı olan Erozan 1998-2002 yılları arasında Bosna-Hersek Büyükelçisi, 2006-2011 arasında OECD (Uluslararası Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) Daimi Temsilcisi olarak görev yapmıştır. 27’inci Dönem İyi Parti Bursa Milletvekili ve Uluslararası Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı’dır.