Habib-i Neccar.

Anadolu topraklarındaki ilk cami.

1400 yıllık.

Aslında pagan tapınağıdır.

Sonradan kilise olmuş.

En son, cami.

Yasin Suresi’nde geçer.

“Sevgili marangoz” demek.

O marangoz, hıristiyan.

Antakya’da hıristiyanlığa inanan ilk kişi.

İslamiyet’in ikinci halifesi Hazreti Ömer’in komutanlarından Ebu ubeyde bin Cerrah, tee 636 yılında Antakya’yı fetheder, bu camiyi inşa eder ve tek tanrılı dine inanan ilk kişinin adını verir.

Evet, biz müslümanlar tarafından Anadolu’da yaptırılan ilk caminin adı, bir hıristiyanın adını taşır.

Avlusunda ezan dinlerken hissettiklerimi kelimelere dökebilmem gerçekten imkansızdır.



Habib-i Neccar camisi yıkıldı.



Aziz Pavlus kilisesi.

Rum ortodoks kilisesi.

Aslında, Rum ortodoks patrikhanesidir.

Patrikhane denilince akla hemen İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi gelir ama, manevi sıralamaya bakıldığında Antakya patrikhanesi, Fener’in önünde yeralır, Kudüs’ten sonra ikinci merkez kabul edilir.

E tabii Rum ortodoks denilince de akla hemen Rumca konuşan vatandaşlarımız geliyor ama, burada ibadet dili Arapçadır.

Hatta, Rum ortodoks gençler artık yeterince Arapça bilmediği için, pazar ayinlerinde bazı dualar Türkçe edilir.



Aziz Pavlus kilisesi yıkıldı.



Türk katolik kilisesi.

Bahçesi, cennet bahçesidir.

Portakal ağaçlarıyla kaplıdır.

Portakallar süs lambaları gibi durur.

Benzerlerine ancak yağlıboya tablolarda rastlayabileceğiniz masalsı bir su kuyusu vardır, herkes susar, kuş cıvıltıları konuşur.

Kilise olduğunu bilmeseniz, butik otel zannedersiniz, öylesine huzurlu bir mekandır.

Kilise olmasına rağmen, aslında Musevi mahallesindedir, camiyle havrayla bitişiktir, terasına çıktığınızda minare’yi çan’ı aynı karede fotoğraflamanız mümkündür.



Türk katolik kilisesi yıkıldı.



Antakya sinagogu.

Dünyanın bilinen en eski Yahudi cemaatlerinden olan Antakya musevi cemaatimiz 2.200 yıldır kesintisiz olarak orada yaşıyor.

14 kişi kalmışlardı.

Sinagog yıkıldı.

Musevi cemaati başkanımız ve eşini kaybettik, cenazelerini İsrail’den gelen kurtarma ekipleri çıkardı, geriye kalan 12 Musevi vatandaşımızın akıbetini henüz net olarak bilmiyoruz.

Yazmaya elim varmıyor ama, 2.200 yıllık tarih sona ermiş olabilir.



Hatay Arkeoloji Müzesi.

Gezerken 19 bin yıl öncesini seyredersiniz, 19 bin yıl.

Dünyanın en büyük mozaik müzesidir.

Dionysos keyifle şarap içer.

Afrodit alımlı alımlı salınır.

Eros okunu fırlatır.

Urartu oradadır.

Asur orada.

Üç bin yıldır toprak altında duran Hitit kralı Suppiluliuma’nın karşısında durursunuz, hayret edercesine açılmış patlak gözlerine bakarsınız.

Büyük İskender bu topraklarda dolaştı.

Sezar bu topraklarda dolaştı.

Bu yüzden siz de o müzede dolaşırken, bastığınız zemini adeta canlıymış gibi hissedersiniz.



Hatay Arkeoloji Müzesi’nin yıkılan bölümleri var.



Hatay meclis binası.

Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararının alındığı, tarihimizin en önemli binalarından biri... Yıkıldı.



Antakya çarşısı.

Bütün yüreğimle söyleyebilirim ki, büyük şehirlerde artık neredeyse nostalji haline gelen, o hasret kaldığımız esnaf ahlakı, orada yaşar.

Kimse kimsenin müşterisine göz koymaz.

Kimse kimseyi kolundan çekip, dükkanına sürüklemez.

Kimse kimseyi kazıklamaz.

Özellikle yemek fiyatları, sanırsın İstanbul’un on yıl öncesine aittir... “Fiyatlar niye bu kadar uygun?” diye merak edersin, “yemeği lezzetli yapan fiyatı değildir, biz sizi burada paranızı almak için ağırlamıyoruz, güzel yemek yedirmek için ağırlıyoruz” derler.

Kimi baharatçı, kimi ipekçi, kimi gümüşçü, kimi fırıncı, kimi kasaptır.

Kim Türk, kim Ermeni, kim Musevi, kim alevi, kim sünni, belli değildir.

Ama hepsi namusludur.

Ahlakları tek’tir.



Antakya çarşısı yıkıldı.



Hatay’ı “hoşgörü” şehri olarak nitelendirirler.

Bana sorarsanız, onore etmek için kullanılan bu tanım, yanlıştır.

“Hoşgörü” kelimesi, sözlük karşılığıyla, tahammül etmek, sabırla katlanmak anlamına gelir.

Yani, hoşgörmek için, karşı tarafın hoş görülecek bir suçunun veya kusurunun olması gerekir, sizin de buna sabırla tahammül etmeniz gerekir.

Hatay’da yaşanan kesinlikle bu değildir.

Hatay’da hiç kimse, bir başkasını “öteki” olarak görmez.

Hatay’da hiç kimse, bir başkasını “kusurlu” olarak görmez.

Hatay’da hiç kimse, bir başkasının dinini, mezhebini, tahammül edilmesi gereken bir durum olarak görmez.

Hatay’da hiç kimse, bir başkasının etnik kökenini, sabırla katlanılması gereken bir köken olarak görmez.

Hatay’da herkes herkesi “insan” olarak görür.

Hatay’da hiç kimsenin, tahammül edilecek, sabırla katlanılacak, hoş görülecek bir kusuru yoktur.

Hatay’da herkes, herkesi olduğu gibi yaşar.

Dolayısıyla...

Hatay’ı “hoşgörü şehri” olarak nitelendirmek doğru değildir.

İlla nitelendirmek gerekiyorsa, inançlarımız, etnik kökenlerimiz farklı olabilir ama, ahlak bir tanedir.

Ahlak tektir.

İlla sıfat gerekiyorsa, Hatay ahlaklı bir şehirdir.



Eminim pek çoğunuz için şaşırtıcı olacaktır ama, ben Hatay’da büyüdüm, İzmir Hatay’da...

İzmir’de yüzbinlerce Hataylı var.

Çünkü, Atatürk vizyonu, Hatay şehrimiz henüz Türkiye’ye katılmadan iki yıl önce, 1937 yılında, İzmir’in yeni kurulan en büyük semtlerinden birine Hatay adını verdi.

Hatay henüz bizim değilken, İzmir’de Hatay vardı.

Hatay ismi, biz İzmirliler için Atatürk’ün emanetidir.

Hatay’da olup bitenlere, elbette bütün Türkiye kahroluyoruz ama, biz İzmirlilerin Hatay’a daha duyarlı olmamız ondan.



Ezan

Çan

Hazzan

İnsan



Ezan sustu.

Çan çöktü.

Hazzan göçük altında.

Sorumlu makamlardaki aymazlığı, umursamazlığı görünce anlıyoruz ki, sadece insanlarımızı değil, insanlığımızı da kaybettik Hatay’da.