İpek ÖZBEY
İstanbul Beyoğlu…
Hacıhüsrev’in yoksul sokaklarında kayboluyoruz.
Hepsi birbirine benzeyen evler, evler mi evimsi yerler mi demek lazım, bilmiyorum.
Çatısı var, kapısı var ama başka da bir şeyi yok işte.
O evlerden birine giriyoruz.
Evde 76 yaşında bir baba, 40 yaşında bir kadın var…
Fotoğraflarının çekilmesini istemiyor baba, kadınsa ancak arkadan, elbette ısrar etmiyoruz.
Baba şeker, hipertansiyon hastası, yaşa bağlı unutkanlık da başlamış. 39 yaşına kadar matbaada çalışmış, o zamanlar öyle, erken emekli olunabiliyordu, olmuş o da… Sonra orada burada geçinmek için her işi yapmış.
Kızlarından biri kanserden ölmüş, eşi trafik kazasında…
Şimdi 40 yaşındaki kızıyla birlikte oturuyor. Onun da başından geçen büyük bir yangın var, evleri yanmış, yüzü ve tüm vücudu yanık… Kolunda yangından kaynaklı sakatlık var, çalışamıyor, zaten dışarı çıkmak da istemiyor. 12 yaşındaymış yangın olduğunda, sonra okumamış, herkes soruyormuş, bıkmış anlatmaktan…
4 metrekare bir oda, 3.5 metrekare de banyo ve mutfağın toplamı… Toplamda 7.5 metrekarelik bir ev burası.
İki çekyat var, birinin üstündeki örtü eprimiş, oturunca bir tarafı kalkıyor, bazası kırılmış…
Diğeri biraz daha sağlam…
Yanında iki yorgan… İki yastık açıkta duruyor… Komşular bir masa vermiş, üstündeki örtüyle biraz olsun kapatmışlar eskiliğini…
Tuvalet, mutfak aynı yerde…
Buzdolabında birkaç tavuk parçası, biraz peynir ve yoğurt. Her şey dokunuyor babaya. Göbeğini açıp gösteriyor, kabarmış, ne yese dokunuyor, alerjisi var, tavuk haşlaması ve bazı sebzeler iyi geliyor. Emekli maaşı, 1500 lira ev kirasıyla, işte eve giren birkaç parça erzağa gidiyor.
Kızı “Ne bulursam onu yiyorum” diyor, bazen ekmek, bazen peynir. Çoğunlukla aç yatıyorlar, çayı ekmeğe banıp yiyorlar bazen de…
Geçenlerde caminin bahçesinde arkadaşları kokoreç yiyormuş, ona da sormuşlar “Yer misin” diye…
“Nasıl yiyeyim” diyor. Arkadaşlarına söylememiş, utanmış, “Yok ben simit yiyeceğim” deyivermiş. E nasıl yesin, kokoreç 75 lira, simit 10 lira… Bunları anlatırken gözünden yaş eksik olmuyor ama diyor “Buna da şükür, buna da şükür”…
GECE GÖZÜMÜ KAPIYORUM VE…
Duvarın tepesinde küçücük bir ısıtıcı var. “Onunla mı ısınıyorsunuz” diyorum, kızı anlatıyor: “Babam emekli diye kömür yardımını kestiler, bunu bulduk, taktık…”
Düşünün, 40 yaşında bir kadın, yıllar var sokağa çıkmıyor. Televizyon açık, kadın programlarından birini izliyor. Belki bu programlar “Herkesin derdi var” dedirttiği için, biraz olsun insanın içini soğutuyor olabilir. Talihine lanet okumayı engelliyordur belki de… Belki de televizyon üst kurulları herkese ceza keserken, onlara bu yüzden dokunmuyordur. Yoksulluğun, talihsizliğin, hayatsızlığın gazını alıyordur belki de…
O 40 yaşında, evinden çıkmayan, ayakkabısı olmayan kadın var ya… Onun da düşleri var… Soruyorum, kırık çekyatta yattığını söylüyor. “Gece gözünü kapadığında ne hayal ediyorsun” diyorum, az önce ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri biraz olsun gülüyor ve “Benim de var hayallerim” diyor.
Uzatmadan söyleyeyim: Farelerin dolaşmadığı bir ev. Güzel bir mutfak, salon, banyo, dolu bir buzdolabı ve bir de süpürge…
ERDOĞAN İLE TOP OYNAMIŞ
Dışarıda gözü yok, varsa yoksa evi. Uyuyamıyormuş… Koca koca fareler dadanmış, tavanı gösteriyor, orada da bir yarık var. Her yerden giriyorlar. Sürekli kontrol etmekten, ayaklarını battaniyenin altına saklamaktan, yer sopasıyla buzdolabına vurup onları kovalamaktan uyuyamıyor…
7.5 metrekarede hayatın dibindeyiz.
Biz Türklerin huyudur, bir “Nerelisin” diye sorarız, bir de hiç sormamamız gereken “Kime oy verdin” sorusunu… Laf dönüp dolaşıp oraya geliyor tabii. Mahallenin camisinden başka yere gitmeyen iki kişilik evin babası “Tabii ki Tayyip’e” diyor.
Neden tabii ki? Anlatıyor baba…
“Mahalle arkadaşım benim. Ben ondan biraz büyüğüm. O, 9 numaraydı, ben 7 numara. Futbol oynardık, sonra beraber kuru fasulyeciye giderdik. İyi oynardı ha. Babası bana kızardı top oynuyoruz diye. Oynatma, ben onu İmam Hatip’e vereceğim, okuyacak” derdi. Ben yoksulluktan okuyamadım, babamın yanında matbaada çalıştım.”
“Peki bunca yoksulluk çekiyorsunuz, bir gün olsun ulaşmak istemediniz mi top arkadaşınıza” diye soruyorum.
Çok acayip, gözleri kısılıyor: “Biz ona ulaşamayız ki, geçmişten biriyim ben, belki beni tanımaz bile” diyor.
7.5 metrekarede, arkadaşları kokoreç parası dahi olmadığını bilmesin diye simit yiyeceğini söyleyen adam, gidip koca Cumhurbaşkanı’na “Bana yardım et” der mi?
Yaşar Kemal, “Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır” der. Yoksulluk bütün insanlığın utancıdır sahiden. Bir yanda oturmuş milyon dolarları cebe indiren çeteleri, kara paracıları yazıyoruz, bir yandan 7.5 metrekareye sıkıştırılmış koca bir acıyı… Artık kim utanırsa…
7.5 metrekarede hayatın dibi
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çocukluk arkadaşı Beyoğlu'nda yaşam savaşı veriyor. İstanbul’un bir mahallesinde baba-kız 7.5 metrekare bir evde açlıkla, yoksullukla mücadele ediyor. Baba Erdoğan’ın gençlik arkadaşı, birlikte futbol oynamışlar, Erdoğan 9, kendisi 7 numaraymış. “Buna da şükür” derken ağlayan bir baba ve fare olmayan evde yaşamayı düşleyen bir kadının evine götüreceğim sizi… Yoksulluğun derinine, hayatın dibine…