Nükleer bombanın babası olarak anılan kendisinin sözleriyle "dünyaların yok edicisi" olan J. Robert Oppenheimer, 22 Nisan 1904’te ABD’nin New York şehrinde dünyaya geldi. Eğitim hayatına Harvard Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi’nde devam etti. Max Born ve Paul Dirac gibi önemli fizikçilerle çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında ilk atom bombasını yapmayı amaçlayan çok gizli bir araştırma ve geliştirme projesi olan Manhattan Projesi’nde önemli bir rol oynadı. New Mexico’daki Los Alamos Laboratuvarı’nın bilimsel direktörü olarak atandı ve burada bombanın geliştirilmesini denetledi. Trinity kod adıyla 16 Temmuz 1945’te New Mexico çölünde gerçekleştirdiği test, bilim ve savaş tarihinde son derece önemli bir adım oldu. Ve başarılı testin ardından Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombaları atılarak İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi hızlandırıldı.

"BEN ŞİMDİ ÖLÜM OLDUM, DÜNYALARIN YOK EDİCİSİYİM"

Oppenheimer, ilk başlarda yaptığı bombadan herhangi bir rahatsızlık duymamış ancak yarattığı etkinin, hedeflenen sonucun çok daha ötesine geçmesiyle pişmanlık duymaya başlamış. İmzası olan bomba ile ilgili söylediği şu sözler ise dikkat çekicidir: "Dünyanın artık aynı olmayacağını biliyorduk. Bazılarımız güldü, bazılarımız ağladı. Birçoğumuz sessizdik. Benim aklıma Hint yazılarından Bhagavad Gita'dan bir satır geldi. Vişnu, Prens'i görevini yapmaya ikna etmeye çalışırken, onu etkilemek için çok kollu formuna girer ve şöyle der: 'Ben şimdi ölüm oldum, dünyaların yok edicisiyim.' Sanıyorum öyle ya da böyle hepimiz bunu düşündük." Bilim insanı ayrıca Amerikan komünist partisiyle olan bağları nedeniyle şüpheleri üzerine çekmiş, bir Sovyet casusu olduğu iddia edilmiş ve kariyeri de sona ermişti.
Nolan'ın filminde ünlü bilim insanını Cillian Murphy canlandırıyor.

ÇALKANTILI BİR AŞK HAYATI

Oppenheimer, yarattığı bombadan sonra tartışmalı kariyeri ile dikkat çekerken, hakkında çekilen ve yönetmen koltuğunda Nolan'ın oturduğu filmde yer verilen bir başka konu da özel hayatı oldu. Çünkü hayatına giren ve yer eden kadınlar Oppenheimer'ın parlamasında ve düşüşünde ayrı etkiye sahip olacaktır. Ayrıca iki kadın da sıra dışı özellikleriyle dikkat çekerler. Kitty olarak da anılan Katherine Oppenheimer, Oppenheimer'ın eşi ve çocuklarının annesidir. Hayat dolu, zeki ve seksi biridir. 1939'da California'daki bir partide J. Robert Oppenheimer'ın dikkatini çeker. Bilim insanı, 29 yaşındaki çekici kadından etkilenmiştir, o sırada Kitty evli olsa da bunu önemsemez ve o da Oppenheimer'a ilgi gösterir.
Jean Tatlock ve Oppenheimer... Filmde Cillian Murphy ve Florence Pugh canlandırıyor.
Ancak Oppenheimer'ın hayatındaki tek kadın Kitty değildir. Bir de Jean Tatlock vardır. Tatlock ile aşkına, evliliği sırasında da devam eden Oppenheimer, tıpkı kariyerinde olduğu gibi inişli çıkışlı, çalkantılı bir özel hayata sahip olmuş. Bu noktada tarihçi Patricia Klaus'un Oppenheimer ile ilgili teşhisi dikkat çeker. Klaus'a göre; çoğu zaman zeki ve kibirli olarak tanımlanan bu parlak bilim insanının pek fazla yakın erkek arkadaşı yoktu, bu yüzden de kadınların arkadaşlığı onun için oldukça önemliydi: “Bence o her zaman etrafında bir kadına ihtiyaç duyan ve onlara güvenen bir adamdı. Onu insanlaştırdılar ve ona bir dostluk ve şefkat duygusu verdiler, ona bilimin dışındaki dünyaya dair bakış açısı sundular."

İKİ DEFA EVLİLİK TEKLİFİNİ REDDETTİ

Oppenheimer önce Jean Tatlock ile tanıştı. Jean o sırada 22 yaşındaydı, bir edebiyat profesörünün kızıydı; doktor olmak için okuyordu ve komünist hareketin aktif bir üyesiydi, partinin süreli yayınlarından birinde de yazıyordu. Dönemin birçok akademisyeni gibi, Oppenheimer'ın da sol görüşlere sempatisi vardı, Jean onu komünist arkadaşlarıyla tanıştırdı. Oppenheimer ise partilere bağışlar yaptı ama asla parti üyesi olmadı. Oppenheimer'ın hayatındaki kadınlarla ilgili 2013'te yazılan bir kitapta ikiliden şu şekilde bahsedilir:
Pugh ve Murphy...
"Yoğun bir cinsel çekicilikti çünkü o ince, güzel ve zekiydi ve o dönemde Amerikan akademik çevrelerinde en uygun bekar olarak görülüyordu. İkisi de bir odaya girdiklerinde herkesin fark edeceği insanlardı. Jean dünyayı daha iyi bir yer yapmak istiyordu, bu onun komünizme olan ilgisini açıklıyordu. 1930'larda komünizm saygındı, birçok zeki insanın benimsediği bir siyasi alternatifti... Ama tabii ki Jean'in komünist bağları Oppenheimer'ın peşini bırakmadı." Jean Tatlock, karmaşık bir karakterdi. Depresyona yatkındı. Oppenheimer iki kez evlenme teklif etse de Jean, Oppenheimer'a onunla evlenemeyeceğini söyledi. Yine de arkadaş kaldılar. Bu noktada da Oppenheimer'ın hayatına Kitty girer...
Oppenheimer'ın ölümüne kadar ona eşlik eden eşi Kitty'i ise Emily Blunt canlandırıyor.

TANIŞTIKLARINDA EVLİYDİ

Kitty, ilk evliliğini 1932'de Harvard mezunu ve caz tutkunu Frank Ramseyer ile yapmıştı, hatta hamile de kalmış ancak çocuğu aldırmıştı. Kocasının eşcinsel ve uyuşturucu bağımlısı olduğunu iddia ettiği için evliliği bitirmişti. Bu arada, Ramseyer'in ikinci karısıyla uzun ve mutlu bir evliliği ve iki kızı oldu. Kitty, ardından bir partide Joe Dallet ile tanıştı. Evlendiler ve Kitty komünist partinin bir üyesi oldu. Çift kısa süre sonra ayrıldı. Kitty'nin bir sonraki kocası, Oppenheimer ile tanıştığında evli olduğu, kanser araştırmalarıyla uğraşan İngiliz tıp doktoru Stewart Harrison'dı. Oppenheimer'dan hamile olduğunu anlayınca Harrison'dan boşanmak istedi ve boşanma gerçekleştikten bir gün sonra çift evlendi.

"HAYATIMDA TANIDIĞIM EN KÖTÜ İNSANLARDAN BİRİ"

Sosyal bir çifttiler. Oppenheimer, ilgi çekici sohbetiyle tanınırken, karısı da bu çevrede olmaktan zevk alıyordu. Ancak herkes bu çiftten pek de hoşlanmıyordu. Oppenheimer'ın erkek kardeşi Frank'in karısı Jackie Oppenheimer, yengesini entrikacı olarak tanımlıyor: "Bütün siyasi inançları sahteydi, tüm fikirleri ödünç alınmış. Hayatımda tanıdığım sayılı, gerçekten kötü insandan biri." Çiftin ilk çocuğu Peter 1941'de doğdu, ancak Oppenheimer çifti pek de çocuk bakmak istememiş olacak ki Peter sadece altı haftalıkken, çift yazı Oppenheimer'ın New Mexico'da satın aldığı bir çiftlikte geçirmiş bu sırada bebeklerine de arkadaşları bakmıştı.
Oppenheimer çifti çocuklarını çok küçük olmalarına rağmen arkadaşlarına ya da bakıcılara bırakıp seyahat ediyordu.
Kitty ile ilgili anlatılanlara göre; arkadaşlık için kocasının meslektaşlarının eşlerini seçse de ilişkiyi devam ettirmiyordu. Çok fazla kokteyl içtikten sonra cinsel hayatlarıyla ilgili konuşuyor ve hatta kocasının meslektaşlarıyla flört ediyordu. Kitty'nin uzaktan kuzeni Heiko Vissering, Kitty 1972'de öldüğünde çocuk olmasına rağmen ailesinin anlattıklarından yola çıkarak şunları söylüyor: "Alışılmadık bir zamanda alışılmadık bir adamla evli olan alışılmadık bir kadındı. Çok içtiğini ve bir kariyer istediğini biliyorum, bu yüzden sadece bir eş ve anne olarak tatmin olmadığını hissettiğini tahmin edebiliyorum."

ESKİ AŞKINDAN VAZGEÇEMEDİ

Oppenheimer ise Jean'den asla tamamen vazgeçmemişti. 1943'te FBI tarafından komünizmle bağlantılı olduğu iddiasıyla şüphe altındaydı. O yaz eski sevgilisiyle birlikte olmak için San Francisco'ya bile gitti. 4 Ocak 1944'te yine FBI tarafından gözetim altında olan Jean dairesinde ölü bulundu. Başı suya batırılmış olarak bir küvetin yanındaki yastıkların üzerinde bedeni bulundu. Bıraktığı notta; "Her şeyden tiksiniyorum. Sanırım hayatım boyunca bir yük olurdum. Yaşamak ve vermek istedim ama bir şekilde felç oldum..." Ölümünün bir cinayet olduğu ile ilgili çeşitli spekülasyonlar olsa da hiçbir zaman bu söylentiler doğrulanmadı. Oppenheimer, Jean'in intihar haberini duyduğunda Los Alamos'taki masasında ağladı. Daha sonra Jean'i ülkesini derinden seven, canlandırıcı, duyarlı, özlem duyan bir yaratık olarak tanımlayacaktı. Jean'in intiharından sonra dünyaya gelen yeğeni John Tatlock, aile üyelerinin onu sevimli ama içine kapanık bir kadın olarak hatırladığını anlatıyor: "Babam, onun kaçırıldığına dair şüphelerini hiçbir zaman aşamadı ama tabii ki bunların hepsi spekülasyondu."

ÇOCUKLARINI YİNE TERK ETTİLER

Aynı yıl, Oppenheimer'ın kızı Toni doğdu ve Kitty, bu kez de Pittsburgh'daki ailesini ziyaret etmek için üç aylık bebeğini arkadaşlarına bıraktı. Ancak dört yaşındaki Peter'ı yanına aldı. Çalışmak için kalan Oppenheimer, Toni'ye bakan Pat Sherr'i küçük kızı evlat edinmek isteyip istemediğini sorarak şaşırttı. Şaşkına dönen Sherr, Toni'nin tamamen iyi iki ebeveyni olduğunu söyledi. Toni, yedi aylık olana kadar annesiyle yeniden bir araya gelmedi. Çocuk bakma konusunda pek de başarı gösteremeseler de ikili aslında iyi bir çiftti. Kitty, eşini destekleyen bir kadındı. 16 Temmuz 1945'te, ilk nükleer silah Jornada del Muerto adlı bir çöl bölgesinde patlatıldı. Kitty, kocasına şans getirmesi için dört yapraklı bir yonca vermişti ve Oppenheimer da önceden aralarında kararlaştırdıkları bir sözü mesaj olarak Kitty'e göndererek başarılı geçtiğini bildirdi.

"ELLERİMDE KAN OLDUĞUNU HİSSEDİYORUM"

Üç hafta sonra Japonya'nın Hiroşima kentine ve üç gün sonra da Nagasaki'ye atom bombası atıldı. Çoğu sivil olmak üzere 129.000 ila 226.000 kişi öldü ve binlerce kişi korkunç bir şekilde yaralandı. Oppenheimer, testin yapıldığı gün çok mutluydu, ancak kayıpların ayrıntıları sızmaya başladıktan sonra suçluluk duygusuyla doldu. Oval Ofis'te Başkan Harry Truman ile görüşerek şöyle dedi: "Sayın Başkan, ellerimde kan olduğunu hissediyorum." Oppenheimer, daha sonraları nükleer silahların yayılmasına karşı çıktı, nükleer silahların uluslararası kontrolüne öncülük etmeye çalıştı ve daha yıkıcı olan hidrojen bombasının geliştirilmesine karşı çıktı.

EŞİNİ HİÇ YALNIZ BIRAKMADI

Ancak Oppenheimer'ın bu davranışları 1954'te Atom Enerjisi Komisyonu'nun duruşması önüne çıkmasına neden oldu. Sevgilisi ve karısının komünist parti üyesi olması ve 1943'te komünist arkadaşı Haakon Chevalier'in kendisine alet hakkındaki sırları Sovyetler Birliği'ne iletmekle ilgilenip ilgilenmediğini sorması şüpheleri artırdı. Chevalier'in kimliğini gizlemek için yalan söyledi. Ve tüm bunlar kariyerini yıkıcı bir şekilde etkiledi. 19 günlük duruşmaların ardından Oppenheimer'ın güvenlik izni iptal edildi. Tüm bunlar yaşanırken ise Kitty, eşinin yanında yer aldı. Kitty'nin kuzeni Heiko Vissering, "Evlilikleri mükemmel değildi ama genel olarak kendini ona adamıştı" diyerek Kitty'nin bu duruşunu anlatıyor. İlerleyen yıllarda Oppenheimer ve Kitty dünyayı gezdiler ve nükleer çağda insanlığın sorumluluğu hakkında konuşmalar yaptılar. Ayrıca, 1966'da emekli olana kadar Princeton, New Jersey'deki İleri Araştırma Enstitüsü'nün direktörlüğünü yaptı. 1967'de 62 yaşında gırtlak kanserinden öldü. Kitty ise 1972'de 62 yaşında bir emboliden öldü.

KOCASININ YAKIN ARKADAŞIYLA YAKINLAŞTI

Katherine Oppenheimer onu anmak için yıllık teorik fizik konferansları düzenledi. Kocasının uzun süredir arkadaşı olan Robert Serber ile yakınlaştı. 1972'de Serber ile bir deniz yolculuğuna çıktı. Yolculuğun ortasında hastalandı ve Panama Şehri'ndeki bir hastaneye kaldırıldı ve burada kendisine emboli ve bağırsak enfeksiyonu teşhisi kondu. 10 gün sonra öldü. Oppenheimer çiftinin kızı Toni, 33. doğum gününden bir ay sonra, 1977'de intihar etti. Oğulları Peter ise New Mexico'da yaşamına devam ediyor. Şimdi tarihe iz bırakan insanın hayatı beyaz perdeye yansıyor. Christopher Nolan'ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmin kadrosu adeta bir yıldızlar geçidi. Filmde Cillian Murphy, Emily Blunt, Mat Damon,Robert Downey Jr., Florence Pugh, Kenneth Branagh ve Josh Hartnett gibi isimler yer alıyor. Tarihe adını yazan Oppenheimer'ın özel hayatı dikkat çekse de aslında sıra dışı ilişkilere ya da çalkantılı bir özel hayata sahip olan tek bilim insanı Oppenheimer değil.

BAŞARILI KARİYERLER ÇALKANTILI HAYATLAR

Einstein E = mc2 denklemiyle ünlü olsa da asla tek eşliliğin formülünü bulamamış gibi görünüyor. İlk evliliğini kuzeni Elsa ile evlenmek için sonlandırdı. Ancak kısa süre sonra Elsa'yı da aldatıp sekreteri Betty ile bir ilişki yaşadı. Ayrıca Elsa'nın 1936'daki ölümünden önce ve sonra da ilişkiler yaşayarak çapkınlığını pekiştirir.
Marie Curie, sadece başarılı kariyeriyle değil özel hayatındaki skandalla da gündeme gelmişti.
Radyoaktivite araştırmalarının öncüsü Marie Curie ise 1906'da bir trafik kazasında ölene kadar 11 yıl boyunca Pierre Curie ile evli kaldı. Dört yıl sonra ise evli ve dört çocuk babası genç bilim insanı Paul Langevin ile ateşli bir ilişki yaşadığı söylenir. Hatta bu ilişki bir skandal olarak gazete manşetlerine taşınır.

KARISININ KARDEŞİYLE BİRLİKTE OLDU

Sigmund Freud, psikanalizin kurucusu ve cinsel arzuyu incelemede öncüydü. Avusturya doğumlu nörolog Martha Bernays ile 1886'da evlendi. 50 yılı aşkın süre evli kaldılar ve altı çocukları oldu. Ancak psikiyatrist Carl Jung, Freud'un, Martha'nın küçük kız kardeşi Minna ile ilişkisi olduğunu iddia etti. 1898 tarihli bir İsviçre otel kaydı da çiftin karı koca olarak çift kişilik oda rezerve ettiğini göstererek ilişki için kanıt olur.

"KADINLAR TAM BİR MUAMMA"

Stephen Hawking, 50 yılı aşkın bir süredir motor nöron hastalığıyla yaşadı ve tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu, konuşmak için bilgisayar kullandı. Jane ile 20 yıl evli kaldıktan sonra bakıcılarından biri olan Elaine Mason'a aşık oldu. Ancak bu evlilik de 2006'da son buldu. Daha sonraki yaşamında striptiz kulüplerinde görüldü. 2018'de 76 yaşında hayatını kaybeden Hawking, kadınları tam bir muamma olarak bulduğunu söylerdi.

KENDİNİ HEP SUÇLU HİSSETTİ

Charles Darwin ise 1839'da ilk kuzeni Emma Wedgwood ile evlendi. Çift mutluydu, ancak Darwin, akraba evliliğinin çocukları arasında sağlık sorunlarının neden olabileceğinden endişeliydi. Çocuklarından üçü genç yaşta ölse de hayatta kalan çocukları son derece başarılı hayatlara sahip oldu. Sık sık akraba evliliği nedeniyle çocuklarının sağlıklarından endişe eden Darwin, bir keresinde şöyle yazmıştı: "Biz sefil bir aileyiz ve yok edilmemiz gerekiyor."