Son zamanlarda duyduğum en saçma soru bu olsa gerek.

Bölgede savaş ne zaman sona erdi ki şimdi yeniden çıksın?

Lübnan’ı biliyorsunuz.

1975’te başlayan iç savaş 1990’da resmen bitse de ülke fiilen bölünmüş durumda. Bir tarafta resmi hükümetler, diğer tarafta Hizbullah gerçeği.

Irak’ı biliyorsunuz.

2003’ten bu yana silahlar susmadı.

Amerikan saldırısı, iç çatışmalar, Şii -Sünni gerilimi, Taliban, IŞİD, PKK...

Suriye’yi biliyorsunuz.

2011’de başlayan iç savaş hâlâ devam ediyor ve ülke fiilen üçe bölünmüş. Topraklarında kendisi dışında dört-beş ayrı ülkenin askerleri var.

Bahreyn ve Yemen’de yaşanan vekalet savaşları tam gaz sürüyor.

İsrail’in yayılmacı politikaları ve Filistin’e saldırılarıysa 7 Ekim’den itibaren sadece boyut değiştirdi. Soykırıma ve katliama dönüştü.

İran ise Irak’ta Lübnan’da Suriye’de Yemen’de ve Bahreyn’de ideolojik ve mezhepsel temelleri olan bir savaş içinde. Hem kendi milislerini kullanıyor hem Hizbullah, Hamas ve Enserullah gibi yapılanmalar üzerinden bir vekalet savaşı yürütüyor. İran’ın sınırları dışında görev yapan generallerinin sayısı neredeyse kendi topraklarındaki generallerin sayısına ulaştı.

İran dahil olduğu bütün çatışmalarda kendisini ABD ve İsrail gibi düşmanlar üzerinden motive ediyor. Ancak gerçekte bölgedeki Sünni Müslüman ülkelere daha çok düşmanlık besliyor. 

★★★

Bu bilgiler ışığında bölgede son yaşananları değerlendirirsek, mevcut karmaşık ve çatışmalı süreçte bir değişiklik olmayacağını görürüz.

İsrail İran’ın Şam’daki başkonsolosluğunu vurunca, İran’ın kendi topraklarından İsrail’e kamikaze dronlar göndermesi bir çeşit “misilleme siyaseti” olarak görülmelidir.

İran’ın göstere göstere ve rahatlıkla engelleneceğini bile bile yaptığı bu saldırı “konsoloslukta ölen vatandaşlarımızın kanı yerde kalmadı” görüntüsü vermekten ibaretti.

7 Ekim’deki Hamas saldırısından sonra ABD tarafından “bölgesel çatışma istemiyoruz” denilerek sıkıştırılan İsrail de İran’ın tek seferlik misillemeyle sınırlı kalacağını iyi biliyordu.

★★★

Anadolu’da “Deli deliyi görünce sopasını saklar” derler.

İsrail ile İran, birbirlerini dövecek gibi sürekli sopa sallayan ama karşı karşıya kaldıklarında yanlarında asıl kavga edecek birilerini göremeyince sopalarını saklayan bölgenin iki delisidir.

İkisi de gerçek bir hamlede bulunmadan önce çevrelerinde kavgayı asıl sahiplenecek birileri var mı diye bakarlar.

İran sopasını dünyadan gelen tepkileri görünce ve yalnız kalınca sakladı.

ABD İsrail’e “İran’la çatışmaya girersen desteklemem” mesajı verince de İsrail sopasını sakladı.

★★★

Şunu unutmamak gerek:

Ortadoğu’da son yarım asırda yaşanan gerilim böyle devam eder gider.

İran ve İsrail birbirlerine diş göstermeyi sürdürür.

Ancak ikisi de bölgeyi etkisi altına alacak bir savaşın başlamasına ön ayak olamaz.

Bu noktada Türkiye’nin nerede durması, ne yapması konuşulabilir.

Türkiye’nin nerede duracağı açıktır.

Ulu Önder Atatürk “Yurtta sulh cihanda sulh” diyerek o sınırı koymuştur.

Bölgede bizim dışımızda gelişen askeri çatışmalar konusunda atılabileceğimiz herhangi bir macerayı Türkiye ekonomisi kaldırmaz.

Bunun bilinciyle hareket etmek gerek.

İktidar, sınırlarımızın/ülkemizin ve insanlarımızın güvenliğini korumak dışında, başkalarının savaşında hiçbir rol almamalı, tersine barışçı söylemlerini sürdürmelidir.

Bu süreçte Türkiye’yi çatışmaların içine çekmeye çalışacak ülke ya da grupların provokasyonlarına da dikkat etmek gerekir.

★★★

Bölgede savaş çıkmaz ama çıkarsa da Türkiye’nin savaşı olmaz.

O nedenle Türkiye’yi yönetenler, bölgedeki konjonktürü fırsat bilip, geçmişteki gibi “bir koyup üç alma”, “Irak savaşında cephe olma” gibi yanılgılara düşmemelidir.

Atatürk’ün de dediği gibi milletin hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş bir felakettir.

Türkiye’den uzak olmalıdır.