Osmanlı emniyet fişinde Mustafa Kemal’in ismi karşısında “Cumhuriyetçidir” yazıyordu...

Bandırma Vapuru öncesinde Sarayın kararını en zorlayan bu fiş oldu. Sadrazam Damat Ferit Paşa fişi sürekli göstererek, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışına muhalif oldu...

Fiş gerçeği yazıyordu:

Mustafa Kemal ve kuşağı, Osmanlı’nın çöküşüne çare arayan ve bu amaçla sürekli okuyan-tartışandı.

Atatürk’ün yaşamı boyunca derinden etkileyen en önemli düşün insanlarından biri, cumhuriyet ve cumhuriyetçi düşünce denildiğinde akla ilk gelen düşünürlerden J. J. Rousseau oldu. “Yurttaşlık”, “hürriyet”, “halkın egemenliği” gibi siyasi kavramları ondan öğrendi.

Atatürk’ün cumhuriyeti ideal sistem olarak görmesinin izlerini, Bandırma Vapurundan indikten sonra yaptığı konuşmalardan anlaşılıyor.

Amasya genelgesini anımsayınız:

-“Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

Erzurum kongresini anımsayınız:

- “Arkadaşlar tek tedbir; hakimiyeti milliyeye dayanan bilakayıt ve şart müstakil bir Türk devleti teşkil etmek ve hedefe, behemehal vasıl olmaktır.”

Henüz dilinde “Cumhuriyet” kavramı yoktu. Sadece 1919’un 7/8 temmuz Erzurum gecesinde Yaveri Mazhar Müfit (Kansu) ve yakın dostu Süreyya (Yiğit) ile yaptığı sohbette yaverine önce şart koştu:

-“Defterin bu yaprağı kimseye gösterilmeyecek. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin, şartım budur.”

Söz aldıktan sonra “yaz bakalım” dedi:

- “Zaferden sonra şekli hükümet, Cumhuriyet olacaktır.”

★★★

Kongreler ve ardından 23 Nisan 1920’de meclisin açılması Cumhuriyet rejimi için atılan önemli adımlar oldu:

- “Hakimiyet bilâ kayd-u şart milletindir.”

Yani, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

-“ Efendiler, millet bizi buraya gönderdi. Fakat ömrümüzün sonuna kadar biz burada ve bu milletin idaresini ve hakimiyetini, miras kalmış mal gibi, temsil etmek için toplanmış değiliz. Sizi toplamak ve dağıtmak kudretine hiç kimse sahip değildir. Millet bilmelidir ki, bir günde vekillerini toplar ve gönderir. Burayı, hiç kimsenin kayıt ve şarta bağlamaya hak ve selahiyeti yoktur ve olmamalıdır.”

Gidilecek yol belliydi: Padişahın halifenin olmadığı Cumhuriyet rejimi...

Lozan’da kıran kıran görüşmeler yapılırken 1923 yazında Atatürk, hukuk danışmanı Adliye Vekili Seyit Beye gizli emir verdi:

-“Cumhuriyetin ilanıyla ilgili kanun tasarısı hazırlar mısınız?”

Atatürk, Lozan’dan sonra yeni rejimi açıklamak istiyordu artık...

★★★

Cumhuriyet ilanından bir ay önce Atatürk kamuoyunu hazırlamak için “Cumhuriyet” demeden Cumhuriyet ilkelerini basına anlatmaya başladı.

Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi kimi arkadaşları ve İstanbul’daki bazı basın organları hemen hoşnutsuzluklarını ifade etmeye başladı.

Devrimci önder Atatürk geri adım atmadı; istifaları önemsemedi, hükümdarlık rejimini sonlandırıp egemenliği millete verdi...

Bu ideolojik çatışmaydı. Yeni rejim ilan edilmesinin sebeplerinden biri de; Kurtuluş Savaşı döneminde önemli konularda kolayca işbirliği yapan meclisin artık hiçbir konuda karar veremez hale gelmesiydi. Muhafazakarlar “istemezük” dışında söz etmiyordu. Devrimciler ile muhafazakarların yolu kesin olarak ayrıldı. Barış döneminde ülkenin yoluna böyle devam etmesi mümkün değildi.

Şunu da eklemeliyim:

Mustafa Reşit Paşa ile başlayan Mithat Paşa ile süren Tanzimatçı Batılılaşma ile Atatürk’ün bağımsızlıkçı çağdaşlaşma arasındaki fark da tam olarak buydu... İstanbul Şişli’deki evde kurtuluş savaşını planlayan arkadaşların aralarında, sonradan fikir-eylem ayrılığı olmasının sebebi de buydu: Devrimciler ile muhafazakar reformistler...

Bu ayrışmanın ayrıntıları yarına kalsın...