Önce bir roman ya da hikaye yazılır, ardından dizisi ya da filmi çekilir ama bu kez tersi oldu. Leyla ile Mecnun kitap olarak okurlarla buluştu. Nasıl çıktı bu kitap ortaya? Biz dizide de tersten gittiğimiz için normal o. Diziyi alıp kitap yapmadım aslında. Diziye başlarken bir hikayem vardı. 20'inci bölümlere doğru, 39'da bitiririz dedim. Bütün karakterlerin de bir sonu vardı. Bizim 30'uncu bölümde daha 3 ana oyuncumuz ayrılmak zorunda kaldı. O dönemki durumu oturup değerlendirdik, 'Haydi devam edelim' kararı çıktı. Böyle olunca 104 bölüm süren bir iş oldu. Karakterler sürekli değişti ve bambaşka finaller çıktı her seferinde. Bu ilk kullanamadığım karakterlerin olduğu final aklımda çok kaldı. Bununla ilgili bir şey yapmak istiyordum. Dizi, film de olurdu. Ama oyuncuları bir araya getirmek pek mümkün değildi. Hâlâ da değil. O zaman bunu kitap olarak yazayım dedim. Hem özlem gidermiş oldum hem de kafamdaki, o yapamadığım finali yapmış oldum.
burakaksak3 Fotoğraflar ve video: Kubilay Altuğ Video montaj: Aytaç Akyurt
BU KİTAP ÜZERİNE FİLM İNŞA EDİLEBİLİR Herkes bu kitabın yeni bir Leyla ile Mecnun filmine vesile olup olmayacağını merak ediyor... İnşallah. Fikren ve malzeme olarak, bunun üzerine bir film inşa edebiliriz aslında. Ama bütün oyuncuları bir araya getirme meselesi zor olabilir. Herkesin başka kariyer planları var. Başka işler yapıyorlar. Kitapta mesela Kaan karakteri 9 yaşında ama Ege Tanman koca adam oldu. Boyu beni geçti. Baya jön oldu, şimdi gelse Mecnun'u oynar. Bir oyuncu da olmazsa tadı olmaz. Herkes o karede görmek ister. Ben izleyiciyim ki, o insanları aynı şekilde görmek isterim. Yoksa hep bir eksiklik hissedilir. Oyunculardan okuyan oldu mu? Onların kitaplarını imzaladım. Daha henüz kimse okumadı. Bir alternatif son var kitapta. Bu kafanızdaki finalin olmaması sadece üç ana oyuncunun diziden ayrılması mıydı? Evet, evet... Üç karakter gidince yapılamadı. Bir de çok uzun sürdü. Bizim ilk sezon finali de bir final niteliğindeydi. Her sezon büyük final yaptık biz. Haliyle onları kullanamadık. 'İçimde kaldı, onlar kötü oldu' diye değil. Onlar da çok güzeldi. Sadece oyuncular gittiği için içimde kalan uhde vardı. Onu burada tamamlamaya çalıştık. Karakterleri televizyondan tanıdığımız için, okurken de onların sesiyle diyaloglar okunabiliyor. Bunun bir risk olabileceğini düşündünüz mü kitabı yazarken? O benim için bir avantaj oldu. Diziyi yazarken de ilk 3 bölümden sonra oyuncuların kattığı şeyler senaryoyu geliştirdi. Haliyle daha kolay bir dil yakalayabildik. Oradaki dili buraya taşıdık. Yazarken işimi kolaylaştırdı. Hem de diziyi izleyen daha çabuk tanıyabiliyor karakteri. Ama şu var, hiç Leyla ile Mecnun izlememiş birisi kitabı okusa ne olur diye, birisine okuduk. O da meseleyi anladı, kavradı. Kimi kafasının karıştığı noktaları söyledi. EKMEĞİMİ PAYLAŞIRIM SEVE SEVE Kitapta kimi karakterlerle ilgili 'Belki hikayesini kendisi anlatır' diyorsunuz. Evet, İsmail Abi, Yavuz ve Erdal Bakkal'da girdik. 'Onları bir maceranın içine tek başına sokmak acaba nasıl olur' fikri sürekli gelen bir şeydi, dizi olduğunda beri. Biz Behzat Ç. ile ortak bir bölüm yapmıştık. Onun da aslında ayrı bir tadı olduğunu gördük. Daha sonra onlarla ilgili bir şey çıkar mı bilmiyorum. Ama kafamda şey var mesela, '3720 yılındaki Erdal Bakkal'ı görmek ve dünyayı Erdal Bakkal kurtaracak hikayesi' beni çok etkiliyor mesela. Sahneler geliyor aklıma. Gülüyorum ama o kadarcık bir malzeme kitap yazmaya yeterli değil. Ama kendi içimde onları yaşayıp çok gülüyorum. Leyla ile Mecnun'un ekmeğini yiyor meselesi var. Buna bir cevap vermek ister misiniz? Şunu söyleyeyim, orada büyük bir ekmek yok (Gülüyor). Onu bilsinler. Ekmek, televizyon ve reklam dünyası durumu. Kitaptan çok ekmek yeme durumu olmaz. Ama insanlar seni bir yerde gördüğü zaman 'Aha bunu ekmeğini yiyor' diye yaftalayabiliyorlar. Gelsinler paylaşırım ekmeğimi seve seve. burakaksak4 Dizide de, kitapta da hep bir mahalle tadı var. Yeşilçamvari filmleri kim yazıyor denildiğinde, akla siz geliyorsunuz. Bakırköy Tren İstasyonu, Eminönü Çarşısı gibi mekanlar da geçiyor kitapta. Çocukluğunuza dair anıların canlanması mı bu? Ben aslında kitapta yazdığım yerlerde büyüdüm. Onların şu anki hali beni biraz üzüyor. Daha sonra ne olacak bilmiyorum. Belki çok daha gelişip, acayip olacak. Bakırköy Tren İstasyonu'nda inip, meydan çıkışından değil de diğer çıkıştan çıkıp, barakalardan kitap alıyordum. İkinci el kitap vardı orada çünkü. Çocukluğumun geçtiği yerdi. Yedikule Zindanları'nın içinde top oynayarak büyüdüm. Surdibi'nde çıraklık yaptım. Oralarda yaşayınca haliyle yazdığınız şeylere bu tesir ediyor. İstemesiniz de ediyor. Kireçburnu diye bir şey çıktı bu diziyle. Halbuki benim yaşadığım yerlere benzer sokaklar. Hepimiz aynı yerde büyüdük ya... Samatya değil de başka bir mahalle. Haliyle o insanları etkiliyor ve hüzün mü, komik mi, nostaljik mi, bilmiyorum ama her şeyde kullanmaya çalışıyorum. Öyle bir mahalle yazdığınız zaman şu var, öyle bir sokak artık yok. Çok kısıtlı alan var. Oralarda pekçok iş çekiliyor. Yer bulamayabiliyorsunuz. O eski mahalleler bitmiş durumda. İğneleyici bir dili de var kitabın. Popüler kültürle dalga da geçiyor. Bengü'nün 'Gezegeler' şarkısı var mesela, '150 dakika dizi mi olur' diye bir sitem var. Kendimizle dalga geçme halinin de azaldığı bir dönemde, bu sizde sürüyor... Bize de baktığınız zaman mesela insanların yaftaladığı şey popüler kültür. Evet, oradayım ve onunla da dalga geçiyorum. O ciddiye alma durumunu daha önce söylemiştim. Bir Yeşilçam efekti üstümüzde var. Dünya sinemasında esamisi okunmayan, teknik olarak kalitesiz işler belki ama bizim duygularımıza dokunduğu için 30 yıl, 40 yıl önceki işleri hâlâ çok seviyoruz. Burada da bir iş yapıyoruz ama kendimizi ciddiye alma yerine, 'Bakalım, bu kitapla, bu diziyle ilgili insanlar 30 yıl sonra ne düşünecek' diyoruz. Bunu yaparken de eğlenmeye çalışıyoruz. Yoksa hakikatten kitap yazmak çok zor bir iş. Yazarken bir yerde de kendinle dalga geçmezsen o iş yürümüyor. İnsanların sana vurduğu yer de o olunca, 'gel vur' diyorsun. LEYLA İLE MECNUN'UN ÇIKIŞ ÖYKÜSÜ Yazma serüveni nasıl başladı? Ben liseden beri sürekli yazıyorum. Ama yazarak geçinemiyorsun. Yaş belli bir noktaya geliyor, üniversiteye gitmemişsiniz, ailenizin sizden beklentileri var, annen diyor ki 'Kaymakam olacaksın'... E, şimdi ben ne yapmalıyım? Bir senaryo ekibine dahil olmak için görüşmüştüm. Hiç bilmiyordum diziyi o dönem. Bir iki bölüm izledim ve sabaha karşı 04:00'te, dizinin ne kadar güzel olduğunu ancak içinde olamayacağımı söyleyen bir mail attım. Evet, bir ekibe girmek hem işi öğrenmek adına yapılması gereken bir şey ama, inan giremiyordum o işin içine. O zaman 'Ne yapacağım' dedim. Bizim Samatya'daki evde tavan akıyordu. Vileda kovasını koymuştum akan yerin altına. Kutuyu oraya koyunca, sopayı da sandalyeye dayamıştım. O an, beyaz plastik dayalı sandalyeye dayalı sopayı görünce, 'Uhrevi bir şey, bir aksakallı dede'yi gördüm. Böyle biri gelse elinde sopayla ve dese ki, 'Ulan gerizekalı, şunu yapmak zorundasın, bu yap, hayatın bambaşka olacak'... Öyle bir fikir gelmişti. İlk Leyla ile Mecnun karakterlerinden birisi o zaman çıkmıştı. Sonrası baya matematiksel işlerdi. Mecnun siz misiniz? Yüzde 50'si bensem, yüzde 50'si Ali Atay'dır. Çünkü o bir dil ve karakter yarattı. Ama ben yazdığım zaman da, kendi hikayemi anlatıyorum. Kamil'den, İsmail'den hayatımdam bir parça var. İnsanın hayatında çok hüzünlü, çok komik şeyler var ama hepsini tek bir adama toplayamıyorsun. Patavatsız taraflarım da var, insanlara söylemek isteyip de söyleyemediğim şeyler var. Onların hepsini mesela Erdal Bakkal'a söyletiyorsun. Hepimiz öyle olsak dünya yaşanmaz bir yer olabilir yani (Gülüyor). burakaksak Cast süreci nasıl gelişmişti? İlk günler nasıl geçiyordu sette? İlk günler ne yaptığımızın biz de çok farkında değildik. Herkes bir araya toplandı. Ben Serkan Keskin ve Ushan Çakır'la çalışmıştım, ikisini biliyordum. Çok iyi oyuncular. Diğer oyuncularla yeni yeni tanışıyorduk. İkinci set günü Ali Atay heyecanla bir şey anlatıyordu. Hep bir karmaşa halindeydi. Sonra Cengiz Bozkurt'un oyunculuğunu gördük ve 'Bu ne!' dedik. Kafamızda tasarladığımız, orada bir bakkal olacak, bu gençlerin ve mahallelinin toplandığı yer olacaktı. Ama Cengiz abi öyle bir oynamış ki, dedik ki, 'Tamam, bunun üzerine gidelim'. O da ana karakterlerden birisi oldu. Çok güzel paslaşma durumu oldu. 6 gün evde yazıyordum, bir gün de toplantı durumu vardı. Oyuncu sette bir şey katıyor, yazan onu izleyince hoşuna gidiyor ve geliştirmeye çalışıyor. İşin bu kadar konuşuluyor olmasının sebebi de o uyum. Piyasadan farklı bir dil konuşuyor bu adamlar ve aralarında aynı dili konuşabiliyorlar. En büyük sihir oydu. TRT'DE YAYINLANMASI FANTASTİKTİ Kitapta önsözde TRT'ye teşekkür ediyorsunuz. Bugün baktığımızda 5 yıl önce TRT'de böyle bir dizinin yayınlanmış olması fantastik gelmiyor mu? Fantastik, evet! O zaman da fantastikti. O zaman da öyleydi ama şimdi açık sansür var, başka durumlar var... Daha birinci bölümden itibaren insanların en çok etkilendiği noktalardan birisi de şuydu, 'TRT'de böyle bir iş nasıl yayınlanıyor!' 104'üncü bölüme kadar insanlar bana bunu sordu. Sonra da 'TRT bu diziyi nasıl kaldırdı' dediler. Aslında ikisi de fantastik bir durum belki. Bugün için televizyonda da bir şey var. Diziler çok uzun, böyle bir komediyi TRT'de değil, başka bir yerde de yapamıyorsunuz. O süreler, o bahsettiğin sansür durumu... Sansüre bir şekilde yine çare bulunur. Bir adamın orada içki içmesi gerekiyor, üzümle sarhoş oluyor... Küfür etmesin de, küfre karşılık gelen şeyler kullanalım. Böyle şeyler çıkabiliyor. İnsan o sansürle baş edebilmeyi öğrenmeli bence. Ama, daha büyük sorunlar var. Dizi süreleri, ne tutuyor, ne tutmuyor, komediye olan rağbet durumu... Gezi Parkı'na destek için çekilen video, dizinin bitirilmesinde etkili olmuş muydu? Gezi Parkı videosu aslında, olaylardan çok daha önce ekibin arasında yaptığı bir şeydi. Kendi aralarında doğaçlama yaptılar. Sonraki durumda etkili oldu mu bilmiyorum. Ben hâlâ TRT'yle görüşüyorum. Söylenen şu, 'TRT'den daha çok TRT'çi olma!' Bu çok güzel bir şey. İlerleyen süreçte orada da bir süre durumu var. O zamanda zaten konuşuluyordu dizinin kalkması. O dönemde çıkıp, 'Reyting yüzünden' denmişti. Haliyle yetkililer bir şey söylüyorsa, inanmak durumundayız. Küsurat Yayınevi nasıl doğdu? Leyla ile Mecnun'un bu finalini yapma fikri vardı kafamda. Bunu nasıl yapacağımla ilgili ben karar vermeliydim. Dizi ya da film yaparken, işin içinde yapımcı, oyuncu, kanal yönetimi var... Hepsinin de bir fikri var. Bu sadece sansürle ilgili de değil. Bir kanal yöneticisi de fikrini belirtebiliyor. Her şeyiyle benim kontrolümde olsa diyordum, zamanında. Sonra Selçuk (Aydemir) da, 'Liseden Arkadaşlar' diye bir şey yazdım. Haydi, bir şey yapsana, kitabı da oradan çıkartalım' dedi. Selçuk'la başlayan süreçten sonra yüzden fazla kitap projesi geldi. Bir yılda 12 kitap bastık. Genelde yazarların ilk kitabı. Ve piyasaya birilerini kazandırma amacı doğuyor burada. Çok komik kitaplar var aralarında. Çok kendine has dili olan psikolojik, polisiye kitaplar var. Küsurat, kendi hikayelerini anlatan insanlara kapı açmaya çalışacak. HAYATIMDA ÇOK ÖNEMLİ YERİ VAR Selçuk Aydemir kuzeniniz. Hayatınızda önemli bir yeri nasıl tarif edersiniz? Biz pek çok şeyi beraber yaşadık, beraber öğrendik. Sadece sektörle alakalı değil. Benden 3,5 yaş da büyük olduğu için, hayata dair en ufak şeyde bile katkısı vardır bana. Bir yol açmıştır. Hayatımda çok önemlidir Selçuk. İnşallah da böyle devam eder. Bazen dönem dönem hiç görüşemediğimiz de olur. Son olarak tekrar sorayım, Leyla ile Mecnun'a dair dizi ya da film projesi için umutlanalım mı? Bu çok farklı parametreler var orada. Oyuncusundan ekibine... Hepsi bir araya gelebilir mi bilmiyorum ama, ben her zaman varım! Sadece onu söyleyeyim. Belki oradan gaza gelip, bütün ekip toplanır, bize sürpriz olur.