Hurafe, akla aykırı boş inanç...
Mesela, Mekke ve Medine’den getirilen toprağı hastalara yedirerek şifa bulacağını sanmak!
Mesela, kısmet açılması için müezzine minareden para attırmak veya mendil sallamasını istemek!
Mesela, bebeği olmayanların evlat sahibi olması için deve dili yedirmek!
Mesela, cenaze defin işlemi sırasında küreğin yere koymadan alındığında alanın öleceğine inanmak! Neler neler...
Bu hurafeler bugün çok kişiye komik geliyor kuşkusuz. Ya günümüzde çoğu insanın inandığı hurafeler?
Yaşadık, “hilafet sancağı” bunlardan biri...
Hilafet konusunda o kadar yanlış anlamalar var ki; kavram tamamen siyasi araca dönüştürüldü. Bunun kökü var...
Genellikle Osmanlı yıkılış dönemiyle ilgiliyiz. Oysa Osmanlı’nın “genetik” kodlarının/ “soy kütüğünün” nasıl ve neden oluşturulduğu üzerinde durmalıyız. Örneğin:
Timur’un Türk-Moğol ordusunun 1402’de, Osmanlı’yı perişan edip, padişah Beyazıt’ı esir alması Anadolu’da fetret devri yarattı.
Bu çöküş travması Osmanlı’da neye yol açtı: Abartıya!
★★★
Abartılı kurgusal anlatımları tek kişi üzerinden özetleyeyim: İdris-i Bitlisi (1452?-1520)...
Devlet adamlığı alimliğinin önüne geçen Bitlisi, geçmişten dönemine dair efsane üreten dört kitap yazdı.
Bu tarih yazımıyla, Timur yenilgisi, taht/şehzade kavgaları ve Türk-Şii Safevi tehlikesine karşı, Osmanlı hükümdarları için mükemmellik içeren Sünni benlik algısını inşa eden “soy kütüğü” oluşturdu:
-Hükümdar insanlığın en üst mertebesi zillullah makamındadır...
-Hükümdarlık (hilafet-i rabbani) Allah’ın gölgesidir (saye-i hak)...
-Hükümdar ile Allah’ın sıfatları benzerdir...
-Hükümdar mülkü dilediğine verir, dilediğinden alandır. Vs.
Bitlisi’nin ilahiyatı araç olarak kullanmasının amacı, (liyakate filan bakmaksızın kusursuzluk imajıyla) “üstün insan padişahı” güçlendirerek, içeride-dışarıda rakiplere karşı otoriteyi pekiştirmek ve dağınıklığı merkezileştirmekti...
★★★
İdris-i (ve dönemin İbn-i Kemal gibi politik algı vizyonerleri), Kur’an-ı, hadisleri kurnazca yorumlamada, siyasi hayallerine uyarlamada, padişahın meşru otoritesi için saltanatı hilafete dönüştürme ideolojisinde hayli marifetli oldu.
Neler yapmadı ki Bitlisi; mesela:
İkinci Mehmet’in tahtan indirilmesine mistik gerekçeler buldu: “Yüzünde Muhammet’in sureti ile Allah’ın sıfatları vardı”...
Saltanatı hilafetle bir tutan “imaj ustası” Bitlisi’nin padişaha “peygamberlik statüsü” vermesinde şaşılacak yan yok. Hiçbir kutsal kökeni olmayan “Beyazıt” ismi manasını, ebcet hesabı yaparak “Allah’ın yeryüzündeki tecellisi” diye açıkladı!
Öyle ki:
Madem (eşsiz nitelikleri olan) padişahlar içkiyi bırakamıyordu gerekçe üretti; “faydalı üzüm şarabı içilebilir” tavsiyesinde bulundu. “Kınanması gereken şarap içmek değil, sarhoşluk” idi...
Neler yok ki... Halife Osman ile Osmanlı’nın kurucusu Osman’ın isim benzerliği tesadüf olamazdı. Neyse. Onomastik/isim bilime hele Bitlisi kurgusu Şeyh Edebali’nin rüyasına filan girmeyeyim şimdi... Karşımızda Bizans İmparatoru Heraklius’un gizli Müslüman olduğunu yazan “tarihçi” var! (Değişmiyor; Mussolini ve Hitler de gizli Müslüman idi!)
Bitlisi, halifelik için gerekli Kureyş soyundan olma biyolojik şartını bile ustalıkla savuşturdu! Osmanlı şeceresini Hz. Nuh’a, (Şii Safevi ile savaşta) On İki İmam’a kadar götürdü. Ki ona göre, Türkler, Araplar, Persler, Romalılar Osmanlı’nın Kayı boyundan gelmekte idi! Doğu siyasetinin öncüsü (o dönem kırk bin Kızılbaş Türk’ü kestiklerini gururla yazan) Bitlisi, işbirliği yaptığı Kürtleri bu listeye koymadı! Günümüz Kürt tarih yazımı Bitlisi’yi “Kürt sanıp” yazdıklarını referans alıyor...
Evet:
Salt politik Kürtler değil, salt muhafazakâr çevreler değil, günümüz hurafeleri bu tür safsatalar üzerinden yürüyüp gitmekte...