Tarih 28 Haziran 2012.

TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu bünyesinde oluşturulan 12 Eylül darbesine ilişkin alt komisyon, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ı dinledi. İsvan, komisyon tutanaklarında şu cümlelerle tanıtıldı:

1923 yılında doğdu. İstanbul’da Robert Koleji bitirdikten sonra 40’lı yıllarda Amerika’da tarım ve meyvecilik eğitimi gördü. Dönüşünde Yalova’da bu alanda yani tarımla ilgili çalışmalar yaptı, bilimsel ilk tarım örneklerini ortaya koydu. Meyvecilik konusunda yine ilk hibrit meyve fidanlarının getirilmesini sağladı. Tavukçuluk konusunda modern üretimleri gerçekleştirdi. 1973 seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanlığına Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak seçildi, yüzde 63.6 gibi büyük bir oy oranıyla; Aralık 77’ye kadar bu görevde kaldı. 12 Eylül döneminde 1 Mayıs 77 günü Taksim alanında patlak veren olaylara adı karıştığı iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesinde DİSK davasında yargılandı. Yirmi yedi ay hapiste kaldı. Beraat etti.

Ahmet İsvan komisyona, 1 Mayıs 1977’yi anlattı.

Özetle okuyalım:

... Etrafımızı DİSK’liler kol kola girerek kendilerine göre bir güvenlik zinciri oluşturdular oradan dışarıya bizi bırakmamak için. Sanki orası daha güvenli miydi, bilmiyorum. Kim karar verdiyse öyle yapmış. Bu sırada sular idaresi duvarının üstünde güneş batmaktaydı. Batan güneşin önünde siluet halinde 5-6, belki 7 kişi gözüktü. Güneş ters geldiği için tam göremiyordum ama ellerinde silaha benzeyen bir şeyler vardı, pantolonların paçaları potinlerinin içindeydi. Bunu gördüm, bu kılıkta insanlar 6-7 tane. Ben gördüm, yüzlerce kişi gördü ve bağrışıldı, “Bak, buradan insanlar ateş etmişlerdi bize. Bak, orada insanlar var, kim bunlar?” diye böyle bir heyecanla konuşuldu.

... Ben oradan ayrıldım, şeref tribününden, DİSK’lileri ikna ettim, beni bıraktılar dışarıya. Kültür sarayının önünde iki dizi toplum polisi vardı. Beyaz kasklı olurdu onlar o tarihte, o yüzden de “fruko” denirdi. Toplum polisi -polisler saflaşmıştı- sağcı ya da işte sola karşı bir örgüt olarak bilinirdi. Başlarında sivil bir müdür vardı. Müdüre gittim, kendimi tanıttım, zaten tanıdığını söyledi. “Bakın, bu duvarın üstünde insanlar var. Buradan bize ateş edildi. Bunların kim olduğunu tespit etmeniz lazım. Bunlar emniyet görevlisi mi, kim bu duvarın üstündeki insanlar?” dedim. O zaman o insanlar yok olmuştu. Bunları söylerken bir homurdanma oldu polisler tarafından, “Ne arıyor bu herif burada?” lafını duydum. Hani ben solcuyum, onlar sağcı, böyle bir husumet var, böyle dediler, müdür de duydu.

... Koluma girdi, “Şöyle dönelim beyefendi” diyerek sular idaresi duvarı istikametine ters döndürdü beni. Döndürürken dizili olan polislerden birisi sağ omzuma copla vurdu. Bunu da -herhalde 100 kişidir- şeref tribününün etrafındakilerin “İsvan’ı dövüyorlar” diye feryat ettiklerini ben duydum. Şimdi, eğer doğru dürüst bir sorgulama yapılacaksa bu müdüre “Sen niye o duvarın üstündeki insanları takip etmedin? Ettin mi, kimmiş onlar?” denmeliydi, denmedi. Hiçbir emniyet mensubuna soru sorulmadı. Olaydan ya iki ya üç gün önce jandarma çadır kurarak Taksim’e yerleşmişti. O derece önem verilmiş, emniyet tarafından olaylar çıkacağı varsayımına göre tedbir alınmıştı. Birine soru sorulmadı. Eğer sorulduysa gizli olarak sorulmuştur ama kamuoyu önünde hiçbirine bir şey sorulmadı.

Sivil plakalı beyaz Renault!

Dönemin İstanbul Belediye Başkanı İsvan “Kanlı 1 Mayıs’ı” ve o süreçte yaşananları uzun uzun anlatıyor. Konu dönüp dolaşıp “gladio”ya geliyor ve karanlık dönemin aydınlatılamayan olaylarına dair bilgiler de veriyor.

O güne bugünden bakmak ve 1977’nin arkasında kim olduğunu ortaya çıkarmak önemli. Çünkü...

Yaklaşık 500 bin işçi alandaydı. DİSK Başkanı Kemal Türkler’in konuşması biterken üç el silah sesi duyuldu. 44 işçi öldü. Ölenlerin otopsisi yapılmadı, fotoğraflar kayboldu... Polis telsizlerinin bant kayıtları kayboldu! Sıraselviler- Gümüşsuyu yönünde çevreye ateş ederek geçen sivil plakalı beyaz Renault neden bulunamadı?

Tarih 4 Mayıs 1986...

İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir imzalı Kanlı 1 Mayıs haberinden okuyalım:

“... Ve üç el silah patladı... Üç el silahın sesi sanki birkaç saniye havada asılı kaldı. Bu uzun saniyeleri yeni silah sesleri bozdu. İşaret fişeğinin ardından patlayan tüfekler gibi aynı anda alanın dört bir yanından mermi yağmaya başladı. Yarım milyon insan korku ve panik içinde koşuşuyor, panzerler su sıkarak, ses ve sis bombaları atarak kalabalığı yarıyor, ortada dönüyorlardı. Kaçıp canını kurtarmaya çalışan yüzlerce insan Inter Continental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu’na doğru yöneldiler. Olaylar başlamadan az önce Kazancı Yokuşu başına park edilen mavi renkli bir Fiat kamyonet ve yerlerde rastgele duran tekerlekli el arabaları Kazancı’ya iniş ve çıkışı engelliyordu. Sel halinde akan insanlar kamyonetin iki yanından ve el arabalarının üzerlerinden geçerek Kazancı Yokuşu’ndan aşağıya doğru kaçmaya çalışıyorlardı.(NOKTA Dergisi)”