Bir yaz akşamı evin terasında Almanya’dan bizi ziyarete gelen yakın bir dostumla yemek masasındaydık.
- Frankfurt’taki evime şömine yaptıracağım, dedi, iç çekerek...
- Yaptııır, dedim sanki çok bir şeymiş gibi...
- İyi de, dedi. Bir mimara plan çizdirip Belediye İmar İşleri’nden (Bauamt) izin almam lazım. Tabii öncesinde şöminenin kurulacağı duvarın taşıyıcı olup olmadığı, ağırlığını taşıyıp taşıyamayacağı konusunda bir inşaat mühendisinden resmi rapor da gerekiyormuş.”
- Yapma ya!
- O izinler çıkınca bu kez, şömine kurulumu öncesinde ve sonrasında, bölgemdeki baca temizleyicisine uğrayacakmışım. Schornsteinfeger, diyorlar ona. Onay vermeden önce, bacamın uygunluğunu ve güvenlik standartlarını kontrol edecekmiş...
- Bu kadar mı?
- Bitmedi, adam gelip bakıyormuş. Şöminenin etrafına yanmaz malzemeler kullanmalı ve yangın söndürme tüpü bulundurulmalıymışım. Hiç yakmazsam yılda 1 kez, yakarsam yılda 2 kez gelip kontrol etmesi zorunluymuş. 40’tan fazla kez de şömineyi yakmamalıymışım o denetlemeden. Cezası var.
- Başka?
- Başka?! Tavanda kırma dökme işleri çıkacağından duvar örmede kullanılacak betondan numune alıp, belediyeye götürüp onaylatmam lazımmış. Evin inşasında kullanılan betonla aynı yoğunlukta olmalıymış. Ve her deldiğim kat için bu prosedürü ayrı ayrı onaylatmam gerekiyor.
- Yok artık daha neler?
- Üstelik eve şömine yaptırdığım için, ev sigortasından ayrı olarak zorunlu yangın sigortası (Feuerversicherung) da yaptırmam gerekli.
- Yaptırmasan kim bilecek ya!
- Olur mu, geçen yıl evde priz bozuldu, tamir edeyim dedim, Alman komşum atladı; “Yetkili elektrikçi tamir etmeli, yangın çıkarsa hem hapis yatarsın hem de sigortadan tek kuruş para alamazsın” dedi.
★★★
Arkadaşımın iç çekişlerine hak vermemek elde değildi. Çünkü bu kurallar sadece ev içinde değil, sokakta, trafikte, hatta dağ başında bile kendini hissettiriyordu.
Nitekim seneler önce ben de Münih’te arabada karın ortasında hemzemin geçitte trenin geçmesini beklerken, yaşlı bir kadın ön camıma ‘tık tık’ vurmuştu. Pencereyi araladığımda “Havayı kirletiyorsun, kontağı kapatsana be adam” diye bayağı azarlamıştı. Yanımda Almanca anlayan enişteme dönüp “Kapatmazsam ne yapabilir”, dediğimde; “Eve gidince ilk iş seni polise şikâyet eder ve ona inanırlar” demişti. Bu yüzden kontağı kapatmıştım.
★★★
Yemek masasında bunları hatırlarken, arkadaşım elindeki muzu yiyip kabuğunu mutfakta çöpe attıktan sonra, yüzünde bir mutluluk sandalyesine tekrar yerleşti, “Almanya’da yaşanmaz abi” dedi.
Tebessümle “Yine n’oldu?” dedim.
- Türkiye’de kabuğu dilediğin gibi çöpe atıveriyorsun. Bizim Almanya’da mutfakta 4 ayrı çöp var. Cam, gıda atığı, kâğıt, plastik hepsi ayrı. Üstelik her birinin toplanma günü de farklı. Kapıcı da yok. Her akşam kendim götürüp sokağın başındaki konteynerlere atıyorum. Karda kışta eziyet. Evin önündeki karı bile kendimiz kürüyoruz. Şap atmasak 10 bin euro cezası var. Sizin evlerde çöp ayrıştırma yok mu?
- Var, dedim arkama yaslanırken. Parmağımla sokakta çöp konteynerini karıştıran çek-çek’li Afgan kâğıt toplayıcısını göstererek... “Onlar bizim yerimize ayrıştırıyor...”
-Vay be kardeşim. Hakikaten insanın memleketi gibisi yok, dedi.
“Valla öyle” dedim, kahvemizi yudumlarken...