Yokuşa tırmanıyorsun. Ciğerlerin yanıyor, bacakların acı içinde titriyor, nefesin kesiliyor. 

Arka dişliye almışsın zinciri ama yetmiyor. Her pedalda kalbin zonkluyor, gözlerin kararıyor.  

O anda, başka bir bisikletçi yanından süzülerek geçiyor.

Ne nefesi dar ne yüzü terli. ‘Zzzzzzzzzz...’ diye sessiz bir torkla seni geçiyor.

Dönüp bakıyorsun. Belki senden iyidir.  

Belki de bisikletinde motor vardır. 

★★★

Bugün son bulacak Tour de France, dünyanın en zor yarışı.

3 bin 500 kilometrelik bu parkur, her biri 60 kiloluk 176 bisikletçinin günde 4 bin ila 7 bin kalori yakarak 23 gün yarıştığı bir maraton.  

Bisikletçiler yılda 30 bin kilometre antrenman yapıyor, her gün 6 saat pedal çeviriyor. Arka arkaya 21 etapta, yağmurda, karda, sıcakta, bazen nefesin bile yetmediği oksijen seviyelerinde yarışıyorlar. Hepsi sadece sarı mayoyu kapmak için.

Ve şimdi bu emek, bisikletin içine gizlenen bir kabloyla yerle bir olabiliyor. 

★★★ 

Evet, doping skandallarıyla bildiğimiz Tour de France’ın bu yılki başlığı motorlu bisikletler. 

Her şey, Belçikalı bir yarışçının bisikletinde Bluetooth’la çalışan bir motorun bulunmasıyla başladı.

Artık sadece kas gücü değil, watt gücü de ölçülüyor.

Bisikletin içine gizlenmiş küçücük motorlar, dev bir fark yaratıyor.

Her etap boyunca günde 60 bisiklet denetime giriyor. Bu sıradan bir kontrol değil. Adeta CSI: Tour de France

Bazen yarıştan sonra, bazen etap ortasında, bazen ise sadece bir şüphe üzerine... 

Sadece 6.5 kilo olan bu uzay teknolojisi bisikletler mühürleniyor, tarayıcılar devreye giriyor.  

X-ray cihazı, manyetik tabletler, ısıya duyarlı kameralar...  

Şüphe varsa bisiklet parçaları sökülüyor: Vites kutusu, sele borusu, pedal yatağı, teker göbeği... 

Uluslararası Bisiklet Birliği (UCI), “Şüphe varsa vidalar sökülür” anlayışıyla çalışıyor. Zira saklanan şey küçücük olabilir ama etkisi devasa. 

Bu yılki yarışta sahada görevli 40’tan fazla ‘özel ajan’ tarafından 350’den fazla etap öncesi ve 600’ün üzerinde yarış içi “mekanik doping” testi yapıldı. 

UCI timleri sıradan güvenlik değil. Aralarında eski gümrük müfettişleri, federal ajanlar, hatta askeri istihbaratçılar var.  

Kimisi pistte, kimisi otel girişinde, kimisi sadece dedikodu toplamakla meşguldü.  

Her sporcunun risk profili, yani hile yapma potansiyeli kodlandı.  

Evet, yanlış duymadınız: UCI gizli muhbirlerle çalıştı.

Rakip takımdan biri, garip bir ses duyar ya da sele fazla ısınırsa... Hemen ihbar ediliyor. Ve kontrol başlıyor. 

★★★

Her yarışta, tek bir motor 50 watt’lık destek sağlayabiliyor. Bu, yokuşta 3-4 saniye demek. 

Saniyelerle tarih yazılan bir yarışta, adaleti yerle bir eden bir fark.

Emekle çıkılan yokuşa, prizle ulaşan bir zafer.  

Ve 200 milyon Euro’luk reklam, yayın, sponsorluk pastası olan dev organizasyonun inandırıcılığına düşen kara bir leke. 

★★★

Herkes, motor dopinginin bisiklet sporunu öldürebilecek bir skandal olduğu görüşünde...

Ben öyle düşünmüyorum. 

Belki de çok yakında “pedal çeviren insan” nostaljik bir reklam figürü olur.

Ne de olsa çağımızın insanı; Bluetooth’la çalışan, prize bağlanan ama ter atmayan bir bisikletçinin öyküsünü seviyor.  

Çünkü tıklanıyor, satılıyor, alkışlanıyor.