Türk siyasetinin duayeni, hayattaki en yaşlı ismi Ali Naili Erdem’dir. 1947’de Demokrat Parti’nin Gençlik kolları Başkanlığını, ardından İzmir-Kemalpaşa ilçe başkanlığını yaptı. Fevzi Çakmak’ın, Celal Bayar’ın seçim gezilerine eşlik etti. Büyük önder Gazi Mustafa Kemal’le ilgili anılarını birinci ağızdan dinledi. Atatürk’e olan hayranlığı dinledikleriyle daha da arttı. 

Demokrat Parti 27 Mayıs 1960’da kapatılınca, yerine kurulan Adalet Partisi’nden 1961’de İzmir Milletvekili seçildi. Önce partisinin Grup Başkanvekili oldu. Sonra değişik dönemlerde Çalışma, Sanayi ve Milli Eğitim bakanlıkları ile Başbakan Yardımcılığı yaptı. Partisinin Genel İdare Kurulu üyeliği hep devam etti.  12 Eylül 1980 darbesi üzerine, Kenan Evren’e, “Bu mal senin olsun” deyip aktif politikadan ayrıldı. Ancak günümüzde, yalnız iç siyaseti değil, yabancı ülkelerdeki gelişmeleri de yakından izliyor, yorumluyor.

MECLİS, BOĞA ARENASI DEĞİLDİR

AKP Milletvekili Alpay Özalan’ın, TBMM kürsüsünde konuşan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık’a saldırmasıyla başlayan, sonra diğer milletvekillerinin de karışmasıyla yumruklu, tekmeli kavga dönüşen olaylarda kan döküldü.  Kimisi Alpay Özalan’ı alkışladı. Ne yazık ki, kendisine “Bilim adamı” diyenlerde bunlar arasında yer aldı. Ali Naili Erdem, bazılarının alkışladığı bu olayı SÖZCÜ’ye şöyle yorumladı:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) cumhuriyetin en büyük ve en önemli müessesesidir. Bir anlamda Kabe’yi millettir. Bu noktadan dolayı da terbiye, kadirşinaslık, zarafet, kibarlık ve efendilik en üst noktadan temsil edilir. Her milletvekilinin konuşması yarınların Türkiye’sinin işareti olur. O itibarla meclis, fikirlerin üretildiği bir forumdur, boğaların dövüştüğü arena değildir. Yumrukların konuştuğu bir salon da değildir. En ağır konuşmaların saygı çerçevesinde içerisinde dile getirilmesi asıldır.

1950’lere kadar ‘Mebus’ diye adlandırılan parlamenter, 1950’den itibaren milletvekili olarak tanımlanmıştır. Milletvekili, o milletin yüz akıdır. Küfrün adamı, sokağın adamı değildir. Cumhuriyetin faziletlerini meclis kürsüsünden dile getiren insan, saygıya layık kelimelerle konuşmaya mecburdur. Geçmişte, 1961’in meclisinde öfkeli seslerin; kavga çıkarmasına dönük çalışmaların olmasına karşın, aklı başında olanlar bu kavgalara katılmadığı gibi alkışlamadılar da...

SELAMDAN ÖNCE, KAVGANIN ADAMI

Siz mecliste olan kavgayı alkışlarsanız, sokaktaki insan, selamdan önce kavganın adamı olur. O itibarla milletvekili her hareketiyle, konuşmasıyla, oturmasıyla, terbiyeli, efendi, saygıya değer insandır. Son kavga, dünya basınında manşet halinde yer almıştır. Hiçbir kimsenin Türk milletini saygısız göstermeye hakkı yoktur.

Bu millet, saygılıdır, bu millet saygıya değer veren bir millettir.  Onun meclisi de saygıyla selamlanan bir meclis olmalıdır. Bu sebeple görev yapan milletvekilli arkadaşlarımızın saygı hudutları içerisinde görevlerini yapmaları, bulundukları yerin kendilerine yüklediği görevdir, sorumluluktur. Bunun ötesinde olanlar yüz kızartıcı hadiseler olup, milletvekilini de devletleri de büyütmez, aksine küçültür.”

AP VE CHP’LİLERİN KAVGASI

Ali Naili Erdem’e, geçmişte yaşanan kavgaları da sordum. 27 Mayıs 1960 darbesinin meydana getirmiş olduğu havanın içerisinde kırgınlıkların, öfkelerin bulunduğunu hatırlattı ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“O hava, bazı arkadaşlarımızı öfkeye, kavgaya sürüklemişti. Bu kavgalar zaman zaman mecliste olmuş, koalisyon kurulmuş olmasına rağmen başbakan da İsmet İnönü olmasına rağmen Adalet Partisi’nin içindeki üyelerden bazıları, CHP’li bazı arkadaşlarla kavga etmişlerdir. Bu kavgaların içerisinde en önemli olan olaylardan birisi, bazı Tabii Senatörler’in kendilerini her şeyin üstünde tutarak kaba kuvvete itibar etmesidir.

Bir toplantıda Sayın Turhan Feyzioğlu’nun tartaklandığını hatırlıyorum. Elim bir hadisedir. Bir toplantıda TİP yöneticisi, Milletvekili Çetin Altan tartaklanmıştı. Bu olaylar millet tarafından tasvip görmemiştir. Ben bu kavgaların içinde grup başkanı olarak görev yapmış, o tarihte sayın meclis başkanının idare amirlerinin barışı temin etme konusundaki gayretlerini şu anda şükranla, minnetle anıyorum.

BİRBİRİMİZE AŞIK OLMALIYIZ

Kavga edenler kaybetmiştir. Bugün de fikrin ağırlığı yerine, yumruğunun ağırlığını ortaya koymaya çalışanlar, demokrasiye, barışa, huzura da hizmet etmiyorlar. Parlamento kavga etme yeri değildir. Dönemin CHP Trabzon Milletvekili Faik Ahmet Barutçu, TBMM’de yaptığı bir konuşmada iktidarın, muhalefetle olan ilişkisinin kavgaya dönük olmaması gerektiğini belirtti, ‘Biz aksine birbirimizi sevmeye mecburuz, hatta aşık olmaya mecburuz ki, bu parlamentonun içerisinde  huzur temin edilsin ve Türkiye’de o huzur varlını göstersin. Türkiye’nin kavgaya değil, barışa ihtiyacı var’ demişti.

Bu nedenle; bazı milletvekili arkadaşlarımızın, kendilerine hakim olamamaları nedeniyle yaptığı kavgaların ne kendilerine ne de parlamentoya yararı yoktur. Aksine, hassasiyetle donanmış olan Türk Milletini, dünya devletleri arasında kavganın sembolü olarak göstermek yanlıştır. Buna imkan verilmemelidir.  ‘Yurtta sulh; cihanda sulh’ birey bazında varlığını koymalıdır. İnsanlar birbiriyle kavga değil, el sıkışabilmeli, selamlaşabilmelidir.

1980’e kadar olan dönemde ayrı partilerin insanlarının birlikteliğine dair sonsuz örnekler verebilirim. Bu örnekler ayrı partinin mensuplarının kavgada değil, barışta ve dostlukta beraber olduklarının göstergesidir. TBMM, barışın ve dostluğun mekanı olduğunu her zaman kanıtlamalıdır. Bu görüşmelerle hareket ederek huzurun ve mutluluğun, cumhuriyetin erdemli kanatları altında parlamentoda yaşanacağına herkesin inanması gerekmektedir. Bu inanç, kavgayı değil, barışı doğurur.”

O HAKKI NASIL ELİNDEN ALIRSINIZ?

Ali Naili Erdem’in babası, kardeşleri, kendisi de hukukçu. TİP’den Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ın durumunu da bir hukukçu olarak yakından izliyor. Yapılanların hukukla bağdaşmadığını belirtiyor. Erdem, hukukun içinde bulunduğu durumu, Can Atalay olayına bakışını şöyle anlattı:   

“Uzunca bir zamandır hukuk, Türkiye’de ihmal edilir noktaya geldi. Ben bir hukuk ailesinin mensubuyum. Hukukla yatar, hukukla kalkarız. Ortada seçilmiş olan bir insan var. Yasaya göre Yüksek Seçim Kurulu (YSK)  ‘Sen milletvekilisin’ demiş, mazbatasını vermiş. Bundan sonrası Sayın TBMM Başkanının o mazbataya sahip olan kişiyi TBMM’ye davet etmesidir. Bunun dışında kalındığı takdirde, hukuk ihlal edilmiş olur.

Can Atalay hak sahibidir. Ama hakkını vermiyorsunuz. Halk hakkını vermiş, Meclis Başkanı, ‘Sen meclisten içeriye giremezsin’ diyor. Niye? Aleyhinde açılmış dava var diye. Davası varsa, seçim sonrasına ertelenir. Bu arkadaş o sürede milletvekilliğini devam ettirir. Esası budur. Ama siz ona, ‘Milletvekilliği hakkı sende var ama bu hakkı kullanamazsın’ deniliyor. Neden? Hakkında açılmış dava var. Olsa da Can Atalay’a millet bu hakkı vermiş. O hakkı nasıl elinden alıyorsunuz? Hakkında dava varsa, seçim sonrasına ertelersiniz. Hadise budur.”

EKMEKSİZ, HUKUKSUZ YAŞANMAZ

Hayatta olan duayen, en yaşlı siyasetçi olduğunu belirttiğim Ali Naili Erdem’in belki yaşını da merak etmişsinizdir? Kendisi 98 yaşında. Yıllarca değişik bakanlıklarda görev almış, Adalet Partisi’nin en öndeki isimlerinden birisi olan Ali Naili Erdem’in, Ankara’da asansörü bile bulunmayan eski bir binada oturduğunu, eşine ait bir yazlık dışında da başka bir şeyi bulunmadığında eklemek istiyorum.

Ali Naili Bey’in son sözleri de şu oldu: Ekmeksiz ve hukuksuz yaşamak mümkün değildir. O itibarla siyasi iktidarlar hem hukuku hem ekmeği birlikte vermek mecburiyetindedirler.