Sürekli okuyucularım fark etmiştir. Geçen hafta yazı yazmadım.
Çok yorulmuştum ve dokuz gün ülke meselelerine takılmadan kafa dinlemek istemiştim.
İlk hedefimiz Marsis dağına tırmanmaktı.
Zirvesi 3 bin 341 metre yükseklikte olan Marsis, Artvin ile Rize sınırında Kaçkar dağ sırasının sonunda bulunuyor.
Ankara’dan Rize-Artvin Havalimanı’na 9 Ağustos’ta uçtuk.
(Bu havaalanının -görüntüde- Türkiye’nin en sevimli havalimanı olduğunu söyleyebilirim.
Ancak, havaalanının zeminini oluşturmak için denizi doldurduklarını, denizi doldurmak için de Rize yaylalarını dinamitle patlattıklarını hatırlayınca bir tuhaf oluyor insan.
Zaten Rize-Artvin Havaalanı’na en yakın üç yerleşim yerinin -Pazar, Ardeşen ve Fındıklı- son yerel seçimlerde CHP’li başkanlar seçmesi, yandaş müteahhitleri zengin etmek için yapılan bu tür inşaatların artık seçmenleri ikna etmeye yetmediğini gösteriyor.
★★★
Fındıklı’da kısa bir mola verdikten sonra Marsis’e en yakın yaylaya gittik. Niyetimiz göl kenarında kamp kurup, cumayı cumartesine bağlayan gece zirveye tırmanmaktı. Ancak Fındıklı yaylaları tarafından üç saatlik zorlu bir yolculuktan sonra vardığımız bir yaylada yoğun sisi ve yağmur ihtimalini görünce o yaylada kalmayı tercih ettik.
Kaldığımız yayla evine komşu evde oturan Fındıklı eşrafından Ali Topaloğlu’yla bu vesileyle tanıştık. Ali Ağabey beni tanıyınca bir koşu gidip kaymak, tereyağı ve peynir getirdi.
Ne yalan söyleyeyim, ertesi sabah Marsis’in geçit vermeyen kayalık patikalarını tırmanırken Ali Ağabey’in yaptığı o kuymağın çok faydasını gördük.
Ali Ağabey, geçmişte yaptıkları çiftçilikle bugünkünü karşılaştırdı. Bir zamanlar binlerce hayvanın otladığı o kuş uçmaz kervan geçmez dağ başında artık 4-5 hayvan beslemek için kaldıklarını anlattı mesela. Başka somut örnekler verdi. Onu dinlerken Türkiye’de ziraatın tarımın nasıl bittiğini çok iyi anlamıştım.
★★★
Marsis zirvesinden indikten sonra bu kez Arhavi yaylaları tarafından üç saatlik bir yoldan gece konaklayacağımız Fındıklı’ya indik. Hem çıktığımız hem indiğimiz yol çok kötüydü. Ulaşımımızı sağlayan Murat, “Keşke Yusufeli tarafından gitseydik. Uzun ama güzel yol” dedi.
Sebebini sorunca, AK Partili Faruk Çelik’in Yusufeli’ne bağlı köyüne kadar asfalt yol yapıldığını öğrenmiş olduk.
Düşünsenize, Fındıklı’nın, Arhavi’nin yaylaları, köyleri bozuk yollara katlanırken Faruk Çelik’in hemşerileri asfalt yol kullanıyor.
Hak mıdır bu adalet mi?
Uzatmayayım, Rize’den dönüp 12 Ağustos’ta Kars’a geçtim.
18 yaşına kadar yaşadığım Kars’ta bizim çocukluğumuzda köylüler bakkaldan sadece çay, şeker, sabun, gofret gibi ürünler alırdı. Bazen çerçiciler gelir, yumurta alır emaye, çinko tabak çanak verirdi.
Şimdilerde köy halkı yumurta, ekmek, süt ve yoğurdu dahi bakkaldan alıyor.
Ali Topaloğlu’nun Rize yaylaları için anlattığı vahim durum, Kars için de geçerli.
Bir köy düşünün ki ziraat ve tarım bitmiş, insanlar yumurtayı, ekmeği, sütü, yoğurdu üç harfli marketten, eti kasaptan alıyor!
O köylerin olduğu bir ülke ayakta kalır mı?
★★★
Kars’tan döndükten sonra yolum Ege’ye düştü.
Çocukluk arkadaşım Bilge Yamen ve sevgili eşi Gülgün Yamen’in İzmir’in Selçuk ilçesi yakınlarında işlettiği Yedi Bilgeler bağında bağbozumu yapılacaktı ve biz de gönüllü olarak o sürece katılmak istiyorduk.
Ege’de çıkan ve basiretsizlik nedeniyle zamanında söndürülemeyen korkunç yangınlar söndürülmeye çalışılırken biz sabah 06:00’da uyanıp, Aydın-İzmir sınırındaki bir bölgede Batman, Siirt ve Muş’tan Aydın’a göç etmiş, yevmiye ile çalışan kadın işçilerle birlikte üzüm kesiyorduk.
Bu sırada işçi kadınlarla sohbet ediyor ya da onların sohbetlerine kulak misafiri oluyorduk. Onları dinleyince, milletin gündemini ve sorunlarını anlamak o kadar kolay ki!
Malum bu dönem Ege’de hasat dönemi...
İncir hasadı var.
Şeftali hasadı var.
Üzüm hasadı var.
İş gücüne talep bu kadar olunca ve insanlar da bu tür ağır işlere pek rağbet etmeyince üreticiler ciddi işçi sıkıntısı çekiyor. Bu da günlük yevmiyelerin hayli yükselmesine neden oluyor.
Sulama, elektrik, gübre, ilaç gibi giderlerin üzerine bir de işçi maliyetlerini eklerseniz, incirin, şeftalinin, üzümün fiyatlarının neden yüksek olduğunu görebiliyorsunuz.
★★★
Bir hafta içinde dört, hatta beş kent ziyaret ettim:
Rize, Artvin, Kars, İzmir ve Aydın.
Hepsinde gördüğüm ortak şey şu:
Türkiye bereketli topraklarıyla, muhteşem doğasıyla, ekmeğini taştan çıkaran mücadeleci insanlarıyla muhteşem bir ülke. Haliyle, bu zenginliklerin olduğu bir ülkenin kötü günler yaşaması neredeyse imkânsız. Bu zenginliklerin olduğu bir ülkede neşesini ve umudunu kaybetmiş insanların olması neredeyse imkânsız.
Peki biz neden neşeye, doğaya, hayvana düşman vasat insanların yarattığı bir öfke ve şiddet sarmalının içinde yaşıyoruz?
Peki biz neden bu bereketli topraklardan adeta fışkırması gereken meyvelere, sebzelere, ete, süte kolayca ve ucuza erişemiyoruz?
★★★
Yanıtı basit:
Ülkeyi yönetenler, Cumhuriyet rejiminin yerine kendi absürt sistemlerini yerleştirmek için her şeyi bozdu ve şu anda -ne yazık ki- tamir etmesini bilmiyorlar.
Bu nedenle de ülkenin bereketi kaçtı.
Bu kadar zenginlik üzerinde oturan bir milleti bu kadar yoksul ve mutsuz yapmayı ancak ülkenin bereketini kaçıracak kadar “güdümsüz” bir iktidar başarabilirdi.
AK Parti bunu başardı.
Yaparsa AK Parti Yapar!