Durun hemen heyecan yapmayın.
Manda yoğurdundan, kestane balından ya da Medine hurmasından söz etmeyeceğim.
Bildiğiniz, ramazan menülerinin vazgeçilmezi olan hurmadan söz edeceğim.
Bunu yaparken de bir riyakarlığı teşhir etmeye çalışacağım.
Malumunuz, İsrail’in Filistin’e yönelik katliamlarını protesto etmek için bazı gazlı içecekleri boykot ediyoruz. Kamuyla ilgili yerlere, Türk Hava Yolları uçuşlarına, özel yolcu salonlarına artık o meşhur içecek giremiyor.
O meşhur içecek giremiyor ama Kudüs hurması, yani İsrail hurması her akşam sofralarımıza ulaşabiliyor.
★★★
Nereden mi biliyorum?
Filistinli bir şairin, Necvan Derviş’in isyanından.
Kültür Sanat Edebiyat Dergisi “yeniE”nin 78 numaralı şubat mart sayısında rastladım Derviş’in söyleşisine. Derginin yayın kurulu tarafından yapılan söyleşiyi, Olgun Dursun tercüme etmiş.
İsrail’in kriminal bir rejim olduğunu ve sadece Filistin’e değil bütün bölge ülkelerine kötülük yaptığına dikkat çekiyor Necvan Derviş.
Sonra da çok ilginç, kendi tabiriyle “mikro” örnekler veriyor.
Bu örneklerden biri ABD’nin Irak operasyonu, İsrail ve hurmayla ilgili. Aynen aktarıyorum:
“Irak hurma üretiminde dev bir ülkeydi. Amerikalılar Irak’ı işgal ettiğinde, İsrail’den bir grup tarım uzmanı Mossad ajanlarıyla birlikte Irak’a giderek Irak’taki hurma ağaçlarının tüm türlerini çaldılar. İşgal altındaki Filistin’e, (İsrail’e) getirdiler ve Irak’tan çalınan bu hurmalardan, teknolojiyle kendi hurmalarını yetiştirdiler. Ülke büyük yıkıma uğradığı için Irak hurma ihracatını durdurmak zorunda kaldı. Dini bütün Türklerin ramazanda ya da her gün masalarında yedikleri şeyin adı Kudüs Hurması. Oysa Kudüs hurması çalınan Irak hurmasıdır ve şimdi İsrailliler tarafından Türkiye’ye satılıyor. Yani, dindar Türkler, Müslüman kardeşlerini öldüren İsrail’i ekonomik olarak destekliyorlar. Demek istediğim şu: Eylemlere gitmeden önce, Kudüs hurması almaktan vazgeçin.”
★★★
Filistinli Şair Derviş’in bu sözlerini okuduktan sonra merak edip sahadaki duruma baktım. İsrail yılda 350 milyon dolarlık hurma ihraç ediyormuş.
Türkiye’nin hurma ithalatının yüzde 10’u da İsrail’den gerçekleşiyormuş ve İsrail’den yılda ortalama bin 300 - bin 500 ton hurma ithal ediyormuş. Hurmalar karşılığında İsrail’e yılda ortalama 6 milyon dolar da ödeme yapılıyormuş.
Filistinli Necvan Derviş’in söylediklerine ve hurma ithalatıyla ilgili verilere bakınca insan ister istemez üzülüyor.
Acaba Necvan Derviş, Türkiye’nin İsrail’le ticaretinin başka alanlarda da artarak devam ettiğini, İsrail ordusunun önemli ihtiyaçlarının Türkiye’den kaynaklandığını ve Türkiye’den ihraç edilen malzemelerin bazı iktidar mensuplarının şirketlerine ait gemilerle taşındığını da biliyor mudur?
“Gazze’ye yardım için mücadele ettiğini” söyleyen, THY uçuşlarından gazlı içeceği çıkaran iktidarımıza şöyle seslenmeden edemiyor insan:
“Gazlı içeceğe boykota eyvallah, ya iftarda sevap denilerek yenen Kudüs hurmaları?”
Önce Şırnak, sonra “İçimizde”
Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisini bitirdikten sonra 13 Mart 1899’da o zamanki adı Mekteb’i Harbiyye-i Şahane olan Harp Okulu’na başladı.
Bu nedenle her yıl 13 Mart günü Harp Okulu’nda artık geleneksel hale gelen bir tören yapılır.
Tören sırasında numarası okunan öğrenci ayağa kalkıp “burada” der. Sıra 1283’e gelince öğrencilerin tamamı ayağa kalkar ve “içimizde” diye bağırır.
Bunun nedeni, 1283 apolet numarasının Mustafa Kemal’e ait olmasıdır.
Bu tören, Atatürkçü subaylar yetiştirdiği varsayılan Harp Okulu için çok değerli ve vazgeçilmezdir.
Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının protokol olarak katıldığı tören, hep öğleden sonra yapılırdı. Protokoldekiler kendilerini genellikle bu törene göre ayarlar. Çok olağanüstü bir durum olursa tören saati protokole, özellikle de Milli Savunma Bakanı’na göre belirlenir.
Bu yıl 13 Mart günü törenin saati değişti ve iftar saatinden hemen önce yapıldı.
Bunun nedeni de Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in gün içinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Şırnak seyahatine eşlik edip ancak o saatte Ankara’ya dönebilmesiydi.
Savunma Bakanları elbette Cumhurbaşkanının programlarına katılır. Buna kimsenin itirazı olamaz.
Ancak 13 Mart’a, bu önemli törene denk gelen Şırnak seyahati aslında Erdoğan’ın “AK Parti Genel Başkanı” şapkasıyla katıldığı bir seçim gezisiydi.
“Bunun neresi tuhaf?” diyebilirsiniz.
Ben şahsen o şanlı üniformayı 45 yıl giymiş, o geleneksel törenlerde ayağa kalkarak “içimizde” diye haykırmış Atatürkçü bir subay olan Yaşar Güler’i bir AK Partili olarak görmediğimden durumu tuhaf buldum.
Haliyle de “keşke önce Şırnak değil ‘içimizde’ deseydi” diye düşündüm.