Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminde İzmir’de meydana gelen eylemlere ilişkin dosyaları ayrılan 140 sanık hakkında İzmir 20. Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararlara yönelik temyiz incelemesini tamamlar. Daire, Sanıklar Nihat Bilican, Cengiz Kaya ve darbe girişiminde Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda görev yapan Erdem Yılmaz hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, aralarında Ege Ordu Komutanlığı Kurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Hakan Eser’in de bulunduğu 8 sanık hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuna yardım etme suçundan ve 28 sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet kararlarını onar.

Buraya kadar her şey normal.

Normal olmayansa, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin dosyada olan beş sanıkla ilgili hüküm vermeyi unuttuğu. Sanıkların avukatları, 21 Mayıs’ta Yargıtay’a bir yazı gönderdi:

“Mahkemenizin 25 Haziran 2021 tarih ve 2018/41 esas, 2021/277 karar sayılı ilamına yönelik katılanlar ve sanıkların istinaf talepleri doğrultusunda dosyanın istinaf incelemesi yapılmak üzere İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesi’ne gönderildiği... İstinaf ilamına yönelik yapılan temyiz başvuruları sonucunda, dairenizin 4 Nisan 2024 tarihli ilamıyla, bozma, iade, ret, temyiz isteminin esastan reddi ile hükmün onanmasına ve düzeltilerek hükmün onanması kararlarının verildiği görülmüştür. Dairenizin ilamı doğrultusunda mahkememiz tarafından yapılan kesinleştirme işlemleri sırasında bir kısım sanıklar hakkında yapılan temyiz başvurularına ilişkin daireniz tarafından karar verilmediği tespit edilmiştir.”

Dosyada beş sanığın beş defa ağırlaştırılmış müebbetle yargılandığı ancak dava sonucunda beraat ettikleri de dikkat çekiyor. Sanık avukatlarından Atilla Ertekin’e durumu sordum:

“Yargıtay’ın ağır suçlarla ilgili dosyaları duruşmasız yapması, savunmayı dinlememesi sonucunda böylesine vahim hak ihlalleri yapılıyor. Kaldı ki yeni sistemde daire yargıçları dosyayı görmüyor. Raportörün hazırladığı raporla sınırlı bir inceleme. Yıllarca süren, binlerce doküman sizce uzman hukukçularca okunuyor mu? Bence hayır. Bu beş kişi süreç tam bir kabusa döndü. Yargılananlar sadece isimlerden ibaret değil. Adalete güvenmek istiyoruz.”

“Ben senin kelleni kurtardım”

Elimde Cüneyt Ülsever’in hayat hikayesini anlattığı “Hatırladığım Kadarıyla Hatırladığım Şekliyle Hayatım/Kırmızı Kedi)” kitabı var. Kendisini liberal-demokrat diye tanımlayan Ülsever’in Hürriyet yıllarında bir yazısının sansürlendiğini öğreniyoruz. Nasıl mı?

Okuyalım:

“Yanılmıyorsam 1 Aralık 1998 günü ilk yazım yayımlandı. Bana, önce 3. katta (yazı işleri katı), tam hatırlamıyorum sonra 5. veya 6. katta bir oda verdiler. Birkaç yıl bu odalarda çalıştıktan sonra yazılarımı evde yazıp, e-postayla gazeteye yollamaya başladım. Bu durum beni çok rahat ettirdi. Zaten gazetede başka hiçbir sorumluluğum yoktu. Önce haftada 5 gün, sonra 4 gün yazdım. Ayrıca, haftada bir gün de İnsan Kaynakları ekine bir yazı gönderiyordum. Ertuğrul Özkök döneminde bana kimse hiçbir şekilde karışmadı. İstediğimi, istediğim gibi yazıyordum. Sadece bir pazar günü yazımı gazetede göremedim. Bana hiç haber verilmeden yazım tümüyle sansür edilmişti. Yazdığım yazı o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan aleyhine oldukça ağır bir yazıydı. Çok kızdım. O hırsla pazar günü olmasına rağmen Ertuğrul Özkök’ü aradım. Sağ olsun, telefonuma anında cevap verdi. ‘Neden yazım bugün yayınlanmadı?’ diye sual ettiğimde sadece ve sadece ‘Ben senin kelleni kurtardım’ diye cevap verdi. Sanırım 2004-2005 yıllarıydı. ‘Erdoğan rejimi’ giderek sertleşiyordu. ‘Nasıl?’ diye sormama fırsat tanımadan, ‘Benden başka bilgi isteme’ dedi ve telefonu kapattı. Hâlâ bilmiyorum. ‘Kellemi kurtarma’ kanısına nasıl varmıştı? Acaba yazım/yazılarımız Başbakanlık’a bazı kişiler tarafından basılmadan önce gönderiliyor muydu da, Ankara’dan bir uyarı almıştı, yoksa yılların tecrübesiyle havayı mı koklamıştı da yazıma bizzat kendisi el koymuştu? Sonra ikimiz de sanki bu olay yaşanmamış gibi davrandık, konu aramızda bir daha açılmadı. Sonraki yazılarım yine sansürsüz yayımlanmaya devam etti.”

Evet... Sihirli cümle: “Ben senin kelleni kurtardım.” Belki Ertuğrul Özkök “Ülsever’in kellesini nasıl kurtardığını” bir gün anlatır. 486 sayfalık kitap ve hikayeler bir döneme ışık tutuyor.