İki Çanakkale vardır...
Birisi geçilemeyen...
Biri geçilen...

*

Bugün geçilemeyeni kutluyoruz...
“Siperler yok olmuştu... Artık siper, önde ölen askerlerin üst üste bedenleriydi... Üç gün durmadan kurşun sıkmıştı düşmana... Böyle zamanlarda bir süre sonra sesler duyulmaz olur... Korku azalmıştır... Kulak diplerinden geçen kurşunlar sivrisinek sesi çıkartır... Bir ara bedenlerden siperde iki kişi kaldıklarını fark etti... Tüfeği tutukluk yapmıştı... Arkadaşına dönüp  “Şuna bir bak, tüfek bozuldu, çekiyorum çekiyorum sıkmıyor” dedi... Arkadaşı dönüp baktı “Tüfek bozuk değil, senin parmağın kopmuş” dedi... Onlar Mustafa Kemal’in askerleriydi...”
Birincisi bu...
Mustafa Kemal ve askerlerinin Çanakkale’si...

*

İkinci Çanakkale:
Üç yıl sonra, 13 Kasım 1918 günü İngiliz gemileri İstanbul rıhtımlarına yanaştılar ve şehri işgal başladı...
Tek kurşun sıkmadan Çanakkale’yi geçerek...
Ordu dağıtıldı, donanmaya el konuldu, İstanbul sokaklarında İngiliz askerleri devriye gezmeye başladı...
Çünkü:
Osmanlı dediğin; çağdaş bilimler yerine hurafeleri, cinleri, ahireti öğreten bir eğitim... Şeriat kurallarına göre bir ilkel hukuk... Çağdaş yaşamı reddeden bir yaşam biçimi... Medeniyetin nimetlerini sınırlarından içeri sokmayan bir kafa... Kadını sosyal hayatın ve ekonominin dışında örtüp eve hapsetmiş bir medeniyet... Yabancılara parça parça satılmış bir ekonomi...Rüşvetin, yağmanın, hırsızlığın çürüttüğü bir devlet...

*

Birinci Çanakkale; işte bugün gururla kutladığın Mustafa Kemal ve askerlerinin şanlı savaşıdır...
İkinci Çanakkale; Mondros mütarekesinin utancıdır ve “ecdadı Osmanlı” padişahının imzasını taşır...

*

“Osmanlı” diye tutturmuş ya zihniyet...
Sürü gibi peşine takılacağına, sor soruştur...
Hangisini beğeniyorsan...
Onunla devam et...