Bazı filmler amaçlarının dışında bir sonuca sebep olur. ‘Mısır Tanrıları’ çok iyi bir film olmayabilir ama genç seyircileri mitoloji okumaya davet eden bir etki yaratacak gibi gözüküyor…



Hollywood’un mitolojiye dalıp istediği değişiklikleri yaparak aksiyon filmi üretmesine iyice alıştık.
‘Mısır Tanrıları’ filminde de senaryo, ‘Gladyatör’ gibi filmler model alınarak yazılmış. Barışsever kardeşinin tahtı kendi oğluna bırakmasına sinirlenen Set, taç giyme töreni sırasında kardeşini öldürüp Horus’u da kör eder. Sonrası, iyice berduşa bağlayan Horus’un sıradan ve ölümlü bir genç hırsız olan Bek tarafından uyandırılıp Set’i tahttan indirmesini sağlamaya kalmıştır. Tanrılara güvenmeyen Bek ile liderlik konusunu o güne kadar kendine hiç dert etmemiş egosantrik Horus’un intikamını izliyoruz filmin geri kalanında. ‘Gizemli Şehir’ (Dark City) filmiyle gönlümüzde taht kuran yönetmen Alex Proyas’ın filmi bir görsel efekt bombardımanı adeta. Bir süre sonra film tümüyle animasyonmuş gibi görünmeye başlıyor. Ama Set’i oynayan Gerard Butler, Horus rolünde izlediğimiz Nikolaj Coster-Waldau ile çekici kadın oyuncular belli ölçüde ilgiyi koruyorlar. Özellikle genç seyircilerin Horus ve Bek’in kötü adamı yakalamaya çalışan iki zıt karakterli polis gibi olmalarına da çok takılmayıp, hikayenin doğru versiyonunu hatta tüm mitolojik hikayeleri okumalarını tavsiye ederim.


Herkes kendi filminde


‘Hesaplaşma’ bir fidye hikayesi gibi başlıyor. Son zamanlarda hakkında açılan iş davalarıyla uğraşan, ilaç endüstrisinin dev şirketlerinden birinin sahibi olan Arthur Denning’in (Anthony Hopkins) genç sevgilisi kaçırılır ve yüklü bir fidye istenir. Denning ödemeyi yapmaya karar verir. Ancak durum bundan çok daha farklıdır. Kaçırılmadan bir hafta öncesine gideriz ve genç sevgili Emily’nin eski erkek arkadaşıyla tanışırız. Büyük bir hukuk firmasının genç avukatı Ben çok hırslı bir adamdır.



Bebeklerini kaybettiklerinden beri karısıyla arasında bir mesafe vardır. Eski sevgilisi Emily’nin sosyal medyadan onu bulmasıyla tüm dengesi altüst olur. Ben, Emily sayesinde çalıştığı firmada yükselmek için bir fırsat yakalamıştır. Firmanın patronu Abrams (Al Pacino) ona bu fırsatı verir. Ama yine hiçbir şey göründüğü gibi değildir!
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmaması ve kalabalık karakterlerin her birinin farklı amaç ve dertlerinin olması onları bir türlü inandırıcı bir birlikteliğe götüremiyor. Al Pacino ve Anthony Hopkins kendilerini otomatik pilota takmışlar filmde. Hatta Al Pacino dalga geçer gibi oynuyor... Yönetmen Shimosawa ise en küçüğünden en büyük rolüne kadar hep tanıdık ve iyi oyuncuları (Josh Duhamel hariç!) toplasa da, bol bol kamerayı kaydırıp gergin sahneler tasarlasa da yakaladığımız açıklar bizi bir türlü hikayeyle baş başa bırakamıyor. ‘Hesaplaşma’da yapılmak istenen şey aslında iki büyükbaşın ortasında kalmış hırslı ama çaylak bir avukatın hikayesini anlatmak sanırım ama o kadar dağılmış ki mesele, filme yazık olmuş...


Bir ofis gerilimi: ‘Personel’


Enka Kültür Sanat Tiyatro Buluşmaları birbirinden değerli tiyatro ekiplerini konuk ediyor. Geçtiğimiz hafta bu organizasyonda Craft Tiyatro’nun oyunu ‘Personel’ sahnelendi. Dolunay Soysert ve Aslı Enver’in başrollerini paylaştığı oyun, bir personel müdürüyle genç personeli arasında yaşanan ve giderek daha absürd hale dönüşen gerilimli hikayeyi anlatıyor... Vahşi kapitalist şirket yönetimlerinin, kendi kazançlarını arttırma amacıyla çalışanlarının bütün hayatına ipotek koyan faşizmini anlatan bir olay örgüsüne sahip. Dolunay Soysert ve Aslı Enver’in çok başarılı uyumuyla, tıkır tıkır yürüyen bir kurgusu ve ritmi var oyunun. Çağ Çalışkur’un yönettiği oyun mart ayında İstanbul Kadıköy’de sahnelenmeye devam edecek...