Eski bir dünyada zenginlik hep şişmanlıkla tasvir edilirdi. Karikatürlerde zenginler, fabrikatörler, patronlar genellikle göbekleriyle ön plana çıkardı. Çoktandır dünya tersine döndü. Obezite daha çok alt sınıfların boğuştuğu bir soruna dönüştü, sağlıklı yaşam modasıyla birlikte zenginlik fit olmaya eşitlendi.
Geçen hafta 40 bin TL’lik maaşla yönetim kurulu üyeliğine atanan Yiğit Bulut eski dünyayı temsil ediyor olmalı. Eskiden tanıyorum, böyle değildi. Fiziki anlamda da. New York‘taki Türkevi‘ne bir saat gecikmeli girdiğinde dikkat ettim de iyice şişmiş; tam da para arttıkça şişmeye başlayan bir karikatür gibi.

Ağzından çıkan cümlelerin derinliği de ancak bir karikatür balonunu doldurabilir zaten. Ama konsolos çalışanları da dahil toplam 70 kişiye hitap ederken sahnede ne kadar rahatladığını, spot ışıklarını nasıl da sevdiğini bir kez daha gördüm.
Galatasaray, Bilkent ve Sorbonne’da okumuş. Sahiden okumuş mu diye kuşku duyanlar olur diye kendi kendisiyle dalga geçti zaten ilk anons yapıldığında. “Aslında okumadım” diye. Nasıl da esprili ve komplekssizmiş gibi görüntüde.

30 yılda iki cümle Fransızca konuşmamış. Bunun bir gurur madalyası olabileceğini düşünmezdim.

Yanımdaki başörtülü dinleyici duyduğu cümlelerin ardından onaylayarak başını sallıyordu. Anadolu’daki AKP toplantılarında daha da hayranlıkla bakılıyormuş ona; okumayı, öğrenmeyi eziyet gören sınıflar için çare Yiğit Bulut.

Orhan Pamuk‘un Kar romanında Atatürk rollerini oynayarak ünlenip de “Halkımız da isterse Peygamber Efendimizi de canlandırırım” diyen şuursuz oyuncu misali, popülerliğinden gaz alıp Beyefendi‘nin yerine oynar mı acaba?
Hayranları değil, onu kabul etmeyenlerle daha çok ilgili ama.

DEFOL... DEFOL... DEFOL...

“Aşağıda üç kişi protesto ediyormuş” diye dalga geçerek lafa girdi. Altı kişiydi protestocular. Bir yandan da kendini ele verdi: twitter’da okumuş. Demek ki “toplumun başındaki beladan” (patronunun tabiri) o da kendisini alamıyordu.
Sık sık “Keşke burada olsalar da karşılıklı fikirlerimizi tartışsak” deyip durdu. Olgun, hoşgörülü, medeni ama daha çok böyle görünmekten hoşlanan biri, bir “poser.” Bir buçuk saat sonra aşağıya inip protestocuların yanlarına gittiğinde onların fikir tartışmaya gelmediklerini anladı...
Türkevi‘ne ses gelmesin diye bütün camlar kapatılmıştı, ona rağmen sekizinci kata kadar ulaştı altı kişinin sesi. Alt katta ise 1.Cadde’yi inletecek kadar sesi gür çıkan genç kadın kendince büyük yüce gönüllülük göstererek dost eli uzatmaya giden Yiğit Bulut’u dinlemedi zaten. Yüzüne karşı haykırdı: Defol... Defol... Defol...
O da kendisine tahsis edilen Suburban‘a binip uzaklaştı.
İsteseler de bir fikir tartışması bulamayacaklardı yukarıda. Tartışmayı bırakın, fikir bile yoktu. Wikipedia‘dan göz ucuyla bakılmış ve ezbere dayalı ders çalışılmıştı. Sadece, ama sadece başlıklarla konuşuyor, büyük ihtimalle başlıkların altını da bilmiyordu. En azından bildiğine dair en ufak bir kırıntı göstermedi.
Yalçın Küçük‘ün yanında geçirdiği kısa sürede retorik öğrendiği belli ama: Küçük kadar karmaşık, yer yer beyin zorlayıcı ve çoğu zaman ilginç teori üretemiyor, ama en basit yöntemi kapmış. Her olayı tarihsel perspektif içinde anlatmaya çalışıyor, konuyu illaki dış güçlere, hani Osmanlı’dan beri bizim topraklarımızı paylaşmak isteyen düşman kuvvetlerine getiriyordu. En fazla Samanyolu TV dizisi düzeyinde ama.
Batı onun için ABD demekmiş, ısrarla bunu vurguladı. Birkaç ay önce patronu ABD Büyükelçisi’ni sınırdışı etmekten bahsediyordu. Beyaz Saray ve Amerikan Dışişleri‘nden patronunun arka arkaya yediği tokatlar belli ki iz bırakmaya başlamış ki soluğu Yeni Dünya‘da aldı. Her cümlede ABD övgüsü, müttefiklik söylemi. Önümüzdeki dönemde her ay gelecekmiş.


ANLAMADIĞI ŞEY

En çok anlamadığı şey kriket oynayan Pa-kistanlılarmış. “Adam kendisini İngiliz sanıyor, daha nereli olduğunun farkında değil”miş.
Oysa onun Başbakan baş danışmanı yapılmasını anlamak daha güç değil mi? Bir ülkeyi yönetmekle görevlendirdiğimiz bir liderin bu insana danıştığını anlamak asıl akıl kaçırtıcı olan.
Ya da hak ettiğimiz bu herhalde. Türkiye‘nin Erdoğan‘ın hükümdarlığı altındaki entelektüel düzeyi neyse toplumun rock star entelektüeli de bu kadar işte.
Ekonomist Yiğit Bulut‘un New York‘u ziyaret ettiği günlerde ABD‘de bir başka ekonomist ortalığı kasıp kavuruyordu. Thomas Pikkety‘nin çağın en önemli kitabını yazdığı iddia ediliyor, ekonomistler kitaptaki teorileri bıkmadan, günlerce tartışıyordu.
Bizim toplumu peşinden sürükleyen entelektüelimizin tartışma ortamımıza en derin katkısı dış güçlerinin üçüncü havalimanını, evet iyi tahmin ettiniz, “kıskanmaları

YİĞİT BULUT'TAN BÜYÜK OBAMA GAFI
     Diplomatik kriz çıkarır

Amerika seyahatinde Türklere karşı yaptığı konuşmada Barack Obama‘ya övgüler yağdıran Yiğit Bulut, ABD Başkanı‘nı büyük bir lider olarak tanımladı. “Bu ülkeye gemilere doldurulup getirilen milyonlarca insanın arasından çıktı ve Başkan oldu, yerleşik güçlere karşı savaşıyor” dedi. Bir anlamda önce Erbakan‘ın, sonra Erdoğan‘ın ‘Tükiye’nin zencileri’ söylemiyle paralellik kurmaya çalıştı.

Oysa Obama‘nın babası ABD‘ye gemilere doldurulup getirilen insanlardan değildi. Büyük ihtimalle uçağa binip gelmiş, beyaz bir kadınla tanışıp Hawai‘de çocuk yapmışlardı. Sonra da Kenya‘ya dönmüştü zaten. Obama da annesiyle büyümüştü.
ABD‘nin ilk Afrika kökenli Başkanı olmasına rağmen bu kıtanın siyahlaryla, yani gerçekten Afrika‘dan gemi-lerle kölelik zamanında getirilen insanlarla arasında bir iletişim kopukluğu olduğu hep söylenir. Çünkü Obama‘nın kölelik geçmişi yok, ABD‘li siyahları bu yüzden de anlamadığı vurgulanırdı. Kısacası, Yiğit Bulut büyük bir yanılgıya düşerek her gördüğü siyahı köle zannetmiş. Hem bilgisizlik, hem de ırkçılık.
Bu gidişle Beyaz Saray‘la Ankara‘nın arasını düzeltmek için en yanlış isim olduğu kısa sürede ortaya bir diplomatik krizle çıkacak.

OKUMASA DA HERKES ALMAK İSTİYOR

       21. Yüzyıl’ın en önemli kitabı

Thomas Pikkety adını bir kenara yazın. Eğer duymadıysanız bugünden sonra mutlaka duyacaksınız. Fransız ekonomistin bir ay önce Harvard Yayınları tarafından İngilizcesi basılan “Capital” kitabının şimdiden 21. yüzyılın en önemli eseri olduğu söyleniyor. ABD‘de entelektüel çevreler son günlerde sadece bu kitabı konuşuyor. Kimi yorumculara göre Keynes‘ten sonraki ilk büyük ekonomik teorisyen Pikkety. Kitabının adını “Capital” koyacak kadar da cüretkar.
En iddialı tezi günümüzde servetin kazanılarak edinilemeyeceği, ancak miras ya da varlıklı bir aileye (mesela evlilik yoluyla) dahil olarak zengin olu-nabileceği. Ona göre dünyayı yeni bir ‘rantiye’ sınıf bekliyor ve ikinci bir “Belle …poque” kapıda.
Pikkety‘nin formülüne göre aktiflerin kârlılık oranı bir ülkenin büyüme oranının altındaysa hanedanlar ortadan kalkacak. Eğer tam tersi söz konusuysa hanedanların serveti dev boyutlara ulaşacak. Buna önlem olarak önerdiği çözüm ise, kendisinin de asla gerçekleşmeyeceğini bildiği global vergisi: Yüzde 80 gelir vergisi, yüzde 10 servet vergisi.
Pikkety‘nin kitabının bu kadar ilgi çekeceğini bilemeyen Harvard baskıyı yetiştiremedi, şu anda piyasada bulunmuyor. Ama herkes almak için yarışıyor.
Herkes 700 sayfalık ekonomik teoriyi ve matematik formüllerini okuyacak mı belli değil, ama sehpada şık duracağı kesin.
New York Times, geçmiş dönemlere göre süperstar seviyesine gelen Susan Sontag (Camp üzerine notlar) ve Francis Fukuyama (Tarihin Sonu) gibi Pikkety‘i de bu dönemin moda entelektüeli olarak taçlandırdı. Gelir adaletsizliğinin bir numaralı sorun olduğu ABD‘de Pikkety‘nin ilgi çekmesi çok doğal.

Yaşlanmamın dört belirtisi

Cold­play ge­çen pa­zar­te­si ye­ni tur­ne­le­ri kap­sa­mın­da New Yor­k’­ta kon­ser ver­di. New York Ti­me­s’­a gö­re din­le­yi­ci kit­le­si or­ta yaş­lı­lar­dan olu­şu­yor­muş. Hal­bu­ki U2 yaş­la­nın­ca, yer­le­ri­ne genç al­ter­na­tif ola­rak Cold­play geç­me­miş miy­di? Za­man hız­lı akı­yor: “Yel­lo­w” çı­ka­lı 14 se­ne ol­muş.



İs­tan­bu­l’­da bir ge­ce ku­lü­bün­de Te­oma­n’­la kar­şı­laş­tım. Ya­şı­nın 30 ol­du­ğu­nu söy­le­yen bir hay­ra­nı ya­nı­na yak­la­şıp “Si­zi li­se­de din­ler­-di­m” de­di. Teo­man ar­tık ço­luk ço­cu­ğa ka­rış­tı ama hiç yaş­lan­mı­şa ben­ze­mi­yor. 30 ya­şın­da bi­ri­nin li­se­de na­sıl onu din­le­ye­ce­ği­ni bir an he­sap­la­ya­ma­dım. Me­ğer “Pa­ram­par­ça­” 2000 yı­lın­da çık­mış. Ve ilk hit şar­kı­sı bi­le de­ğil­di.
Fri­end­s’­in 20. yı­lı ol­du­ğun­dan bah­set­miş­tim da­ha ön­ce. Ge­çen haf­ta di­zi­nin fi­na­li­nin 10. yıl­dö­nü­müy­dü.
Em­re Be­lö­zoğ­lu­’na he­nüz 16 ya­şın­da fut­bo­lun ge­le­ce­ği mu­ame­le­si ya­pıl­dı­ğı gün­le­ri ha­tır­lı­yo­rum. O za­ma­nın en önem­li tar­tış­ma­sı: Şı­ma­ra­cak mı? Bu­gün Em­re 35 ya­şın­da ve dö­nüş­tü­ğü in­sa­nı o za­man en bü­yük kuş­ku­cu­lar bi­le tah­min ede­mez­di.

HAFTANIN SINAV SORUSU

      Yengeler savaşı

Metropolitan Müzesi‘nin geleneksel kostüm galası geçen haftaydı. Bu sene erkeklerin frak, kadınlarınsa tuvalet giymelerini uygun gördü galanın organizatörü ve Met’in Kostüm Galerisi‘ne adı verilen Anna Wintour. 1978’de dünyaya veda eden modacı Charles James‘in anısınaydı gala. Gece boyunca Kim Kardashian, Beyonce ve Jay Z sosyal medyadan birbirlerinin fotoğraflarını paylaşıp durdular. Dörtlünün en sinirli üyesi Kanye West‘in Instagram hesabı olmadığı için fraklı fotoğraflarını eşi paylaştı.
Lanvin kıyafetli Kardashian ve Givenchy kostümlü Beyonce hemen hemen herkesle fotoğraf çektirdi. Sadece ama sadece birbirleri hariç. Gece boyunca bir an bile aynı kadraja girmediler. Beyonce ne yaptı etti ve Kim Kardashian‘la aynı fotoğrafta kasten yer almadı. Oysa erkekler, Kanye ve Jay, birlikte poz vermekten son derece mutluydu.
Yengeler arasında belli ki bir gizli savaş var, biri diğerini küçümsüyor.
Gelelim pazar günkü sınav sorumuza: Bu olayın bir benzeri aşağıdaki ikililerden hangisi için uyarlanabilir?
a) Hayrünnisa Gül - Emine Erdoğan

b) Bülent Ersoy - Ajda Pekkan

c) Aziz Yıldırım - Sadri Şener

d) Hepsi

İletişim: Bana twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.