Damat Ferit Hükümeti, direniş başlatması için değil, başlayan direnişleri sonlandırması için Atatürk’ü Samsun’a göndermişti. 1923’te Vahdettin,
“Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen kabineye uydum” demişti…

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Mevlanzade Rıfat, 1929’de Halep’te basılan “Türkiye İnkılâbının İç Yüzü” adlı kitabında Atatürk’ü, “milli kuvvet hazırlaması” için Padişah Vahdettin’in Anadolu’ya gönderdiğini iddia etmişti.
Turgut Özakman’ın, “yalan, yanlış ve martaval yığını” olarak tanımladığı bu kitabı kaynak olarak kullanan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, Atatürk’ü, Anadolu’ya Vahdettin’in gönderdiğini iddia etmeye başlamıştı.
Ancak Vahdettin düşmana karşı direnerek, savaşarak değil, özellikle İngilizlerin bir dediğini iki etmeyerek saltanatını; tacını ve tahtını koruyacağını düşünüyordu. Nitekim “Kaderimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bıraktım” diyordu. “İngiliz milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım Savaşı’nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım” diyordu. Vahdettin, bırakın düşmana karşı direnmek için “milli kuvvet hazırlamayı”, milli kuvvetleri yok etmek için İngiliz altınlarıyla paralı bir ihanet ordusu (Hilafet Ordusu) kurup milli kuvvetlere saldırtacaktı. Milli kuvvetlerin büyümesini önlemek için Anadolu’ya nasihat heyetleri gönderecekti.
Ayrıca bizzat Vahdettin, 1923’te Mekke’de yayımladığı Beyannamesinde, “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen kabineye uydum” diyerek Atatürk’ü Anadolu’ya kendisinin değil, hükümetin gönderdiğini; kendisinin bu karara uyduğunu belirtecekti.
Ancak Atatürk düşmanları, her 19 Mayıs’ta, “Atatürk’ü Samsun’a Vahdettin gönderdi” diyerek, akıllarınca Kurtuluş Savaşı’ndan, Vahdettin’e paye vermeye; işbirlikçi padişahtan bir kahraman yaratmaya çalışmaktadırlar.
Ayrıca mesele, Atatürk’ü, Samsun’a kimin gönderdiğinden çok niye gönderdiğidir.

ATATÜRK NİYE GÖNDERİLDİ

30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. Maddesi’ne göre “Karışıklık çıkan yerler İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecekti.” İtilaf Devletleri bu maddeye dayanarak birçok yeri işgal etmişti.
Mondros’tan sonra Samsun ve civarında bazı karışıklıklar baş göstermişti. Aslında karışıklığı yaratan Rum çeteleriydi. Rum çetelerine karşı Türklerin direnişi, İngilizlerin dikkatini çekiyordu.
İngiliz Calthorpe ve Amet, 1918 Kasım sonlarında “Samsun’da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını” iddia ediyordu.
Ocak ayında Amerikan Tobacco Company, Londra’ya gönderdiği bir raporda “Bütün Müslümanların, özellikle köylülerin silahlandırıldığını” bildirmişti. Bunun üzerine İngiliz Dışişleri “Bu durumun gemi veya silah gönderilerek düzeltilmesi için gerekli tedbirin alınıp alınamayacağını” sormuştu. Bu soruya İstanbul’daki Amiral Webb, “Normal şartlara dönüş için bütün bölgenin tamamıyla silahsızlandırılması gereklidir, bu da ancak büyük bir askeri kuvvetle yapılabilir” cevabını vermişti. Bunun üzerine İngilizler, 9 Mart 1919’da Samsun’a 200 kişilik küçük bir birlik çıkarmışlar, 50 kişilik bir müfrezeyi de Merzifon’a göndermişlerdi. Ayrıca Teğmen Perring ve Yüzbaşı Hörst de incelemelerde bulunmaları için bölgeye gönderilmişti.
İngilizlerin Samsun’a asker çıkarmaları bölge halkının tepkisini çekmiş; 17-18 Mart 1919 gecesi Teğmen Hamdi Bey askerleriyle birlikte dağa çıkmıştı.
Teğmen Hamdi Bey’in direniş için dağa çıkması, İngilizler için bardağı taşıran son damla olmuştu. İngiliz yetkililer, İstanbul Hükümeti’nden bir an önce bölgede asayişi sağlamasını istemişlerdi.

İNGİLİZLERİN İSTEĞİ

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919’da Osmanlı Harbiye Nazırlığı’na şu notayı vermişti:
1- Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması işi çok yavaş gitmektedir.
2- Bu yörelerde, Kars’ta olduğu gibi baştan başa şuralar kurulmuştur. Bu şuralar ordunun denetimi altında asker toplamaktadır.
3- Bu olaylar, Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koymak için İttihatçı Jöntürklerce örgütlenmektedir.
Bu İngiliz notası sonunda Amiral Calthorpe, “Gereken her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere emir ve talimat verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını” bildirmişti.
Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit’e gönderdiği resmi yazıyla da yetinmemiş, Padişah Vahdettin’le de görüşerek özellikle “Karadeniz’deki karışıklıkların bastırılması” konusunda ona da kesin uyarılarda bulunmuştu. Calthorpe, Vahdettin’e, “Yüksek yetkilere sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir generalle derhal görev yerine giderek o bölgedeki 9. Ordu’yu disiplin altına almasını” söylemişti.

ata1

Aynı hafta içinde, 25 Nisan 1919 Cuma günü, İngiliz Komiser Vekili Amiral Webb de Sadrazam Damat Ferit’i ziyaret ederek aynı istekleri tekrarlamıştı. Damat Ferit de İngilizlere, bu sorunu kısa sürede çözeceklerine söz vermişti.
İngilizlerin isteği üzerine Damat Ferit Hükümeti, hiç zaman kaybetmeden Karadeniz’de ve Doğu Anadolu’da asayişi sağlamak için harekete geçti. Hükümet, bu işin üstesinden gelecek; Anadolu’ya gidip yer yer başlayan direnişe son verecek güçlü bir komutan aramaya başladı.
Damat Ferit Hükümeti, bu zor görevi aynı zamanda padişahın yaveri olan Atatürk’e verdi.
Damat Ferit Hükümeti, halkı örgütleyip düşmana karşı direnmesi için değil, yer yer başlamış olan direnişleri sonlandırması için Atatürk’ü Samsun’a gönderdi. Vahdettin de bu kararı onayladı. Amaç İngilizlere yaranmaktı. Çünkü direnerek değil, emperyalizmin merhametine sığınarak kurtulacaklarını düşünüyorlardı.

ata2

ATATÜRK’ÜN GÖREV VE YETKİLERİ

Hükümet, Anadolu’ya göndereceği Atatürk’e şu görevleri verdi:
1- Bölgede asayişin sağlanması,
2- Silah ve cephanenin toplanıp koruma altına alınması,
3- Şuralar varsa ve asker toplanıyorsa bunların derhal engellenmesi,
4- Şuraların kapatılması.
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, Vahdettinci yazarların iddia ettiği gibi durup dururken bir görev icat edip Atatürk’ü Anadolu’ya göndermiş değildi. Damat Ferit Hükümeti, doğrudan doğruya İngilizlerin notası ve isteği üzerine harekete geçmişti. Görev ve yetkilerden de anlaşılacağı gibi Atatürk’ten istenen ve beklenen Anadolu’da bir direniş başlatması değil, tam tersine başlayan direnişleri etkisiz hale getirmesiydi. Vahdettin ise kendi ifadesiyle “bu karara uymuştu”.
Samsun’a giderken Atatürk’e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Atatürk, Anadolu’nun büyük bir bölümündeki asker-sivil yetkililere emir verebilecekti. Ancak Atatürk’e bu geniş yetkilerin “direnişi örgütlemesi için” verildiği iddiası yalandır. Bu yetkilerin geniş olmasının iki nedeni vardı. Birincisi, 21 Nisan tarihli İngiliz notasında özellikle Doğu illerinden söz ediliyordu. Yani, yetkilerin geniş tutulmasının birinci nedeni doğrudan İngiliz notasıydı. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa’yla yaptığı görüşme sonunda bizzat Atatürk genişletmişti.
Atatürk’e mülki (idari) yetkiler verilmesinin nedeni ise yine İngiliz notasında belirtilen “şuralara” son verebilmesi içindi. Atatürk’ün bu sivil örgütlere son verebilmesi için idari yetkilere sahip olması gerekiyordu.
Ayrıca Atatürk’ün, Batı’ya ve iç bölgelere değil de Karadeniz’e gönderilmesi, Doğu bölgelerine emir verebilmesi, onu gönderenlerin tamamen İngiliz istekleri doğrultusunda hareket ettiğini kanıtlamaktadır.

Neden Atatürk?


Peki ama Damat Ferit Hükümeti bu görevi neden Atatürk’e verdi? Peki ama Vahdettin neden bu kararı kabul etti?
Aslında bu konuda Atatürk’ün çalışmaları, çabaları belirleyici olmuştu. Atatürk, işgal İstanbul’unda bulunduğu 6 aylık sürede Anadolu’ya geçip direniş başlatmayı düşünmüştü. Bu amaçla bazı İttihatçı yeraltı örgütleriyle temas kurarak Anadolu’ya gizli geçiş planı üzerine çalışmıştı. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Atatürk’ün Gebze-Kocaeli yolu üzerinden Anadolu’ya geçmeyi düşündüğünü, bu konuda her türlü hazırlığı yaptığını anlatacaktı.
Bir taraftan Anadolu’ya gizli geçiş planı üzerine çalışan Atatürk, diğer taraftan güvendiği arkadaşlarıyla Şişli’deki evde gizli görüşmeler yaparak bir “kurtuluş planı” hazırlamıştı. İşte bu görüşmeler sırasında hükümetteki ve Genelkurmay’daki nüfuzlu arkadaşlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştı.

ata3

Şöyle ki,
Atatürk, yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’le tanışmış ve birkaç kere Şişli’deki evde görüşüp nabzını yoklamıştı. Daha sonra da Denizcilik Bakanı Avni Paşa’yla diyalog kurmuştu. Sonra da yaveri Cevat Abbas aracılığıyla Savaş Bakanı Şakir Paşa’yla temas kurmuştu. Ayrıca daha önce değişik cephelerde birlikte mücadele ettiği Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa’yla irtibata geçmişti.
İşte Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Sadrazam Damat Ferit’e ulaşmıştı. Damat Ferit, “Acaba Anadolu’ya kimi göndersek?” diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey’in, Damat Ferit’e telkinleri; Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç Paşa’nın onayıyla görev Atatürk’e verilmişti.
Ancak Damat Ferit çok temkinliydi. Önce Atatürk’le birkaç görüşme yapmış, onu herkese sormuş, soruşturmuştu. Sonuçta hükümet ve padişaha bağlılığına kanaat getirince görevi ona vermişti.
Bu sırada Atatürk, Genelkurmay’daki güvendiği arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşa’dan yardım istemişti. Örneğin Fevzi Paşa, hükümete, bu işin üstesinden Atatürk’ün gelebileceğini söylemişti.
Atatürk, 6 ay kaldığı işgal İstanbul’unda İngilizlerin gözüne batacak faaliyetlerden kaçınan ince İngiliz politikası izlemişti. Bu nedenle İngilizler de Atatürk’ün Anadolu’ya gitmesine itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdi. İngilizler uyandığında iş işten geçmiş olacaktı.
Atatürk bu arada Genelkurmay’da Fevzi Paşa ve Cevat Paşa ile üçlü bir görüşme yaparak onlarla Anadolu direnişi konusunda anlaşmıştı.
29 Nisan 1919 Salı günü Atatürk’e, 9. Ordu Müfettişliği görevi verilmişti.
Atatürk görevin detaylarını öğrenmek için Genelkurmay’a çağrıldığında Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa’yla görüşerek yetkilerini biraz daha genişletmeyi başarmıştı. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşa’nın yanından çıkarken hissettiklerini 1926’da Falih Rıfkı Atay’a şöyle anlatmıştı: “Tarih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum tarif edemem. Bakanlıktan çıkarken heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim.”
Savaş Bakanlığı, Atatürk’ün Anadolu’ya atanması kararını 30 Nisan 1919’da Padişah Vahdettin’e arz etmişti. Padişah onayı aynı gün saraydan çıkmıştı.
Atatürk’ün Samsun’a gönderilmesiyle ilgili kararname 4 Mayıs 1919 Pazar günü Bakanlar Kurulu’nda da görüşülüp kabul edilmişti.

‘Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin’


Atatürk, Samsun’a hareket etmeden bir gün önce, 15 Mayıs 1919’da Padişah Vahdettin’le son bir görüşme yapmıştı. Atatürk’ün anlattığına göre Vahdettin o görüşmenin bir yerine, “Paşa, paşa! Devleti kurtarabilirsin!” demişti. Vahdettinci yazarlar, Atatürk’ün verdiği bu bilgiye dayanarak Vahdettin’in Atatürk’ü devleti kurtarması için Samsun’a gönderdiğini iddia etmektedirler. Ancak Vahdettin’in devletin kurtuluşu için bulduğu yol, İngilizlerin isteklerine uymak, İngilizlerin merhametine sığınmaktı.
Vahdettin’in ne demek istediğini Atatürk şöyle anlatacaktı:
“Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğruluğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tutuklarsam Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.”
Atatürk, Anadolu’ya geçip de kendisine verilen görevin tam tersine halkı direnişe çağırıp Milli Mücadele’yi başlatınca hemen geri çağrıldı. Geri dönmeyince görevden alındı, rütbeleri, nişanları söküldü, idama mahkûm edildi. Öldürülmesinin dine uygun olduğunu yazan fetvalar yayımlandı. Üzerine ihanet orduları gönderildi. Bütün bu kararların altında Vahdettin’in imzası vardı.

Atatürk Cumhuriyeti’nin
kalesi, halkın sesi SÖZCÜ’ye atılan çamur bize yapışmaz...
O çamuru atanların elleridir
kirlenen... Susmayacağız...