İMO, tarafından yapılan açıklamada, deprem tehlikesine sık sık vurgu yapılarak, “Türkiye gerçeklerini, deprem tehlikesini, uzmanların görüş ve önerilerini yok sayan, ben yaptım oldu yaklaşımını adeta yönetsel bir tarz haline getiren, kentleri deprem tehlikesine değil ranta göre düzenleyen siyasi iktidardır” ifadelerine yer verildi.
Konu ile ilgili konuşan İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna mevcut altyapı sorunları çözülmediği sürece deprem bilincinin geliştirilemediğine dikkat çekti. Suna, “Ülke topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derece deprem kuşakları üzerindedir. Nüfusumuzun yüzde 70’ini barındıran 11 büyük kent, büyük sanayi kuruluşlarımızın yüzde 75’i deprem tehlikesi altındadır. Yapı stoku güvenli ve sağlıklı olmaktan uzaktır, pek çoğu kaçaktır, ruhsatsızdır ve mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir. 20 milyon civarında bulunan yapı stokunun büyük oranda yenilenmesi, güçlendirilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Kaldı ki deprem sonrası açığa çıkmıştır ki, ülkemizde sağlıklı yapı envanteri de yoktur“ ifadelerini kullandı.



Yapı malzemelerinin nitelikli olmadığına değinen Nusret Suna, dere yataklarının imara açık olmasının ve kıyı şeridinde yaşanan yoğunlaşmanın tehlikeli boyutlarına dikkat çekerek, “Marmara depreminde Yalova-Kocaeli arasında bulunan kıyı şeridindeki yapıların neredeyse tamamı yıkılmıştır” hatırlatmasında bulundu.

"DEPREM KONSEYİ LAĞVEDİLİYOR, MEVZUAT KAPALI KAPILAR ARDINDA HAZIRLANIYOR“


17 Ağustos 1999 depreminin sonrasında 21 Mart 2000’de kurulan Ulusal Deprem Konseyi’nin 2002 yılında Strateji Raporu ile kamuoyunun karşısına çıktığını ve bu raporun o zamana kadar çekilen en net Türkiye fotoğrafı ve yol haritasını içerdiğini hatırlatan Suna, “O yıllarda zamane hükümetin yetkilileri pek çok söz vermiş, ne yazık ki zamanla verilen sözler unutulmuş, şura kararları sumen altı edilmiş, 2007 yılında ise ulusal Deprem Konseyi’nin varlığına son verilmiştir. Açık ki ortada sadece iş bilmezlik, beceriksizlik ya da yönetsel zafiyet yoktur. Deprem Konseyi’nin lağvedilmesinden meslek odalarının yetkilerinin kısıtlanmasına; üniversitelerin, meslek odalarının, bilim çevrelerinin tasfiye edilmesinden kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen mevzuat değişikliklerine uzanan bilinçli bir tercih söz konusudur“ dedi.

“İMAR AFFI İLAN EDİLEREK GÜVENLİ OLMAYAN YAPILAR KORUMA ALTINA ALINMIŞTIR”


Deprem Konseyi’nin ve odaların yetkilerinin kısıtlanmasında kentsel dönüşüm projelerinin yattığını ileri süren Nusret Suna, “Bilindiği gibi, kamuoyunda kentsel dönüşüm olarak adlandırılan 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun 2012 yılında yürürlüğe girmiştir. O tarihten bu yana büyük kentlerimiz, kentsel dönüşüm projeleri tarafından adeta teslim alınmıştır. Bir taraftan kentsel dönüşüm projeleri sürerken diğer taraftan imar affı ilan edilerek güvenli olmayan yapılar koruma altına alınmıştır” ifadelerini kaydetti.

“RİSKLİ YAPILARA İMAR BARIŞI İLAN ETMEK DEPREME DAVETİYEDİR”


Nusret Suna, riskli yapıların yıkılma ya da güçlendirme çalışmalarının bir an önce tamamlanması gerektiğinin altını çizerek, “Yapı stokunun iyileştirilmesi doğrultusunda ise riskli yapıların mevcudiyetini devam ettirecek şekilde imar barışı ilan etmenin deprem tehlikesine açık davetiye olduğunu söyledi. “Tam da bu noktada, 6 Şubat 2019’da Kartal Sema Sokak’ta pek çok hemşerimizin ölümüne neden olan binanın İmar Barışı için başvuruda bulunduğunu hatırlatmakla yetinelim“ şeklinde konuştu.

OLASI DEPREME KARŞI OKULLAR NE KADAR GÜVENLİ?


İstanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB) web sitesinde yer alan bilgiye göre İstanbul’da 1135 okul binası, 115 sağlık binası, 38 yurt binası depreme karşı güvenli olduğu öğrenildi. Suna, “İstanbul’da toplam 6 bin 127 okul binası bulunuyor. Bunun 3 bin 63’ü resmi, 3 bin 64’ü özel. İstanbul’da 52’si resmi 190 hastane mevcut. Ayrıca 39 da sağlık ocağı var. Resmi ya da özel yurt sayısı 300 civarındadır. İster istemez dikkati çeken nokta, (İPKB)’nin güçlendirdiği ya da yeniden yaptığı bina sayısı ile toplam bina sayısı arasındaki farkın hâlâ kapanmayacak kadar açık olduğudur. İPKB organizasyonu dışında bazı kamu kurumlarının veya özel sektörün benzer çalışmaları hesaba katılsa bile ne yazık ki durum değişmemektedir. Olası bir İstanbul depreminde çocuklarımızın can güvenliği tehlike altındadır” ifadelerini kullandı.

TMMOB İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, iyimser bir değerlendirmeyle İstanbul’da 600 bin yapının riskli olduğunu açıkladığını hatırlatarak, mevcut Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’da 27 Şubat 2019’da yaptığı açıklamada, ülke genelinde 7 milyona yakın binanın risk taşıdığını ifade ederek kaygılara neden olan verileri doğruladığını belirtti.

“OLASI İSTANBUL DEPREMİNDE YÜZ BİNLERCE İNSANIN HAYATI TEHLİKE ALTINDA”


Suna, “10 milyona yakın İstanbullu deprem güvenliği olmayan konutlarda yaşamaktadır. Olası İstanbul depremine ilişkin üretilen senaryoların en iyimserinde bile, depremin on binlerce yapıyı etkileyeceği, yüz binlerce insanın hayati tehlike altında olacağı tahmin edilmektedir. Buna rağmen afet toplanma alanları ve ulaşım güzergahları ile düzenlemeler halen yetersiz durumdadır. Yapılan açıklamalarda ifade edilen boş alanların, okul bahçelerinin, parklar ve benzerlerinin toplanma alanı statüsünde değerlendirilmesi mümkün değildir. Toplanma alanı, altyapısı hazırlanmış, insanların beslenme, barınma, yıkanma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmiş alan anlamına gelmektedir“ diye konuştu.

“KARTAL FACİASI BİR İSTANBUL GERÇEĞİDİR“


Son yıllarda İstanbul’da yaşanan istinat duvarlarının yıkılması sonucunda yaşanan üzücü olaylara değinen Suna, Kartal’daki facianın da bir bütünün parçası olduğunu belirterek şu ifadelere yer verdi.

“Ne İstanbul’un 1999 depremine verdiği tepki tesadüftü ne de son birkaç yıldır depreme maruz kalmadan yaşananlar tesadüften ibarettir. Çünkü İstanbul yapı stoku güvenli olmaktan uzaktır. Kartal faciası bir İstanbul gerçeğidir. Bu noktada temel soru şudur: İstanbul’da Kartal’daki, Beyoğlu’ndaki gibi on binlerce bina bulunmakta, bu binalarda yüz binlerce insan yaşamaktadır. İstanbullular kaygılıdır. Sıranın hangi binada olduğu bilinmemektedir. Bilinmezlik adeta travmatik bir hâl almıştır. İşin dramatik tarafı olası bir deprem, tek tek binaları değil, bu haldeki bütün binaları aynı anda etkileyecektir. İstanbul’da yüz binlerce bina risklidir ve içinde yaşayanlar için tehlike arz etmektedir. Kartal, Beyoğlu, Ümraniye, Esenyurt tekil örnekleri değil, bütünün parçalarıdır. İstanbul yapı stoku büyük oranda güvenli olmaktan uzaktır.”

Suna, “Yapı üretim süreci bir bütün olarak güvenli ve sağlıklı yapılaşma hedefinden oldukça uzaktır. Kentleşme ve imar politikaları da siyasilerin kentsel rant yaratma ve bunu da daha çok yandaşlara peşkeş çekme amacıyla düzenlenmektedir. Toplumsal kültürümüzde kayda değer bir yere sahip ihmalkârlık, bilim dışılık, haksız kazanç elde etme gibi olumsuzluklarla mücadele etmezseniz, bir başka sorumlu aramanız, takdiri ilahi diyerek sorumluluktan kaçmanız nafile bir çaba olacaktır “ diyerek açıklamasını sonlandırdı.