Normalde sevilen birisine “Sen her şeyimsin” denilmez mi?...

Biz “her şeyim senin” dedik...



Dilimiz:

Ne diyeceğimizi sen bilirsin...

Konuş, konuş...

Sus, sus...



Ayaklarımız:

Madencileri-işçileri “Yürümeyin” diye jandarma durdurdu...

Yürümek isteyen kadınları polis sopaladı...

Yürü, yürü...

Dur, dur...



Burnumuz:

Nereye sokacağımız sana ait...

TÜSİAD dahi ülke ile ilgili görüş bildirdiğinde ve “Sen işine bak” denildiğinde TÜSİAD burnunu çeker...



Kulaklarımız:

Bütün televizyonlar senin...

Neyi duymamız gerektiğini, neyi duymamamız gerektiğini sen bilirsin...



Gözlerimiz:

Türkiye’nin ne hale geldiğini gören var mı?..

Yok...



Midemiz:

Sekiz kişiye 100 gram et...

Helal olacak...

Ne içeceğiz; rakı mı, ayran mı, sen söyle...



Kıçımız:

Yardımcısını makam sandalyesi ile tuvaletin önüne oturtmuş... “Ben geçerken kalk, geçince otur” diyor... Göreneklerinde var çünkü; kıçını kaldırıp da ayağa kalkmadığı için komutanı hapse attılar, gidip hapishaneye oturdu...



Rahmimiz:

Üç çocuk mu, beş mi?...

Sen bilirsin...



Beynimiz:

Bak koca medyada senin gibi düşünmeyen kaldı mı?.. Ya da senin gibi düşünmeyen bir tek vali, rektör, işadamı, yargıç, savcı, bürokrat, general, polis var mı?..

Zamlara “varlık”, hukuksuzluğa “adalet”, Suriye bataklığına “Zafer”, ekonomik batağa “Herkes bizi kıskanıyor” denildiğinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye zıplayanlar...

Beynimiz senin...



Vicdanlarımız bize kalsa...

Bir gün lazım olacak...