MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bağdadi Ailesi’ne ne oldu?


Geçen ayın “dünya çapındaki” en önemli olayı hiç kuşkusuz IŞİD’in kurucusu ve bir numaralı yöneticisi Bağdadi’nin, Amerikan Özel Kuvvetleri tarafından öldürülmesiydi.

Dünyanın en kanlı katillerinden Bağdadi, Suriye’de Türkiye sınırına sadece 5 kilometre mesafedeki bir evde kıstırılmıştı.

Bağdadi’nin Amerikan askerlerinin operasyonu sırasında üzerindeki bomba yeleği patlattığı ileri sürülmüştü.

Ancak Amerikalılar, “her ihtimale karşı” Bağdadi’nin bulunduğu evi uçaklarla bombalayarak tamamen imha etmişlerdi.

Bu kanlı katilin öldürülmesinden sonra gözler ister istemez Türkiye’ye çevrilmişti.

IŞİD liderinin, Türkiye’ye bu kadar yakın bölgede olması kuşkuyla karşılanmıştı.

Çünkü Bağdadi’nin öldürüldüğü bölge, Astana zirvesinde alınan kararlar gereği Türkiye’nin denetimindeki güvenlik bölgesi olarak kabul edilmişti.

Yani bu bölgede olan bitenden Türkiye sorumluydu.

Bu konular üzerinde çok fazla durulmadı ama bir süre sonra AKP Genel Başkanı Erdoğan, çok ilginç bir açıklama yaptı.

Erdoğan, “Bağdadi’nin, hanımının ve çocuklarının elimizde olduğunu” söyledi.

İlk akla gelen Türk güvelik ve istihbarat birimlerinin, Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra kaçan aile fertlerini bir operasyonla yakaladığı yönünde oldu ister istemez. Çünkü Erdoğan, açıklamayı yaparken sanki çok büyük ve başarılı bir operasyon yapılmış da Bağdadi’nin yakınları ele geçirilmiş gibi konuşmuştu.

Ancak kısa bir süre sonra anlaşıldı ki “Bağdadi’nin hanımı” çocukları ve bazı yakınları, bir operasyonla ele geçirilmemişti.

Bu kişiler bir buçuk yılı aşkın süredir Türkiye’deydi.

Yapılan açıklamalardan çıkardığımız sonuca göre Bağdadi, “güvenli olmaları için ailesini Türkiye’ye göndermişti” ve bu süre zarfında misafir gibi olmuşlardı.

Kamuoyu bu bilgiyi öğrendi ama arkası gelmedi.

Yandaş tetikçi medya zaten bu konuları merak bile etmiyor, çünkü onlar ancak kendilerine verilen haberleri yayınlamakla mükellefler.

Oysa bu konu çok önemli.

Dünyanın en kanlı katilinin karısı hangi sıfatla Türkiye’de bulunuyor.

Bu kadının ve ailenin diğer fertlerinin karıştığı suçlar var mı, yok mu bilmiyoruz.

Saray iktidarı tam bir buçuk yıldır misafir ettiği bu aileyi neden gizledi bugüne kadar?

Bağdadi öldürüldükten sonra niye açıklama yapıldı?

Bu kadın ve ailenin diğer fertleri nerede, hangi şartlar altında tutuluyor?

Bu kişiler sığınmacı mı, yoksa suç işlemiş kişiler olarak göz altında mı tutuluyor?

Sonuç olarak, bu iktidar pek çok konuda olduğu gibi böylesi hassas bir konuda da kendi başına hareket etmekten hiç çekinmiyor besbelli.

Buna da ‘devlet sırrı, devletin gizli olması gereken bilgileri’ muamelesi yapmaya çalışıyor.

Eğer öyleyse bu ailenin elimizde olduğu, öncelikle Başkan Trump’a yönelik bir açıklamayla niye bildirildi?

Bu açıklama yapıldıktan sonra diğer bilgiler neden saklanıyor?

Artık devletin gizli bilgisi olmak sıfatını yitirmiş bu bilgi, kamuoyundan niye saklanıyor?



YENİ ÖĞRENDİM

Üç kuruş para için İstanbul Boğazı’nı göz göre göre katlediyorlar


Bazı balıkçıların Marmara ve Karadeniz’de “trol veya gırgır” denilen araçlarla, balık soyunu ve deniz dibini yok etmeyi göze alarak avlandıklarını biliyordum.

Ancak bu yöntemin İstanbul Boğazı’nda kullanıldığını yeni öğrendim.

Üstelik boğazda kullanılan bu tahrip edici aletlerle sadece midye avcılığı yapılıyor.

Öğrenip daha sonra da gözlediğim kadarıyla sistem şöyle çalışıyor;

Boğazda, piyade denilen balıkçı teknelerinin arka taraflarına bir kaldıraç takarak, deniz altına demirden yapılmış bir tarama tarağı gönderiyorlar. Deniz altını tarayıp teknelerine alıyor ve de ayıklayıp kalan taş, toprak ve deniz bitkilerini tekrar denize bırakıyorlar.

Boğazdan çıkarılan midyeler, midye pişiricilerine satılırken, arada çıkan salyangozlar ise Bulgaristan’a ihraç ediliyor.

Konuyu deniz bilimleri uzmanlarına sordum.

“Başa çıkamıyoruz, sahil muhafazayı arıyoruz ama onlar gelene kadar, bu tekneler sır oluyor. Kullandıkları alet edevatı da saklamak zor değil, bu nedenle bir kanıt da bulunamıyor hukuken” dediler.

Ben de “Zararı ne kadar?” diye sordum.

“Anlatılacak gibi değil” dediler, “Boğazın altı her gün biraz daha tahrip ediliyor ve giderek bitki ve balık türleri yok oluyor, Marmara öldü, boğazlar akıntı nedeniyle daha yaşayan bir yerdi, şimdi onu da kaybedebiliriz.”

Tabii bütün bunlar üç beş kuruş kazanç için yapılıyor.

Biraz üzerine gidince de “Ekmek paramıza mı göz diktiniz?” türü ucuz popülist bir tepkiyle karşılaşıyorsunuz. Çare; denetimlerin artması ve bu konuda yasal önlemlerin hızla alınması.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Sosyal medyada ucuz yoldan şöhret olmaya çalışmak hoş değil


Pek çok gazeteci, son zamanlarda mesleklerini belli bir kurumda değil de kendi oluşturdukları sosyal medya alanında sürdürmeye çalışıyor.

YouTube, bu konuda başat durumda.

Gazete ve televizyonlarda profesyonelce çalışma olanağı bulamayan birçok gazeteci, YouTube’da bir kanal açıp kendi televizyon yayıncılığını kendi yapıyor.

Bu şekilde, çok sayıda takipçisi olan ve aldığı reklamlar sayesinde çok iyi para kazananlar da var.

Hatta öyle ki yüz binlerce takipçisi olup yayınladıkları videolar da yüz binlerce kez seyredilenler, bir televizyonda ya da gazetede kazanabileceğinden kat kat fazla kazanabiliyor.

Ancak ne yazık ki bu alanda da durumu istismar etmeye, kısa yoldan şöhret olup büyük kazançlar sağlamaya çalışanlar var.

Bunun son örneği, daha önce Erdoğan’ın basın danışmanlığını yapan, bir dönem Anadolu Ajansı Genel Müdürü de olan Kemal Öztürk isimli kişinin yaptığı.

Bir YouTube kanalı açmış.

Burada, sanki televizyon yayını yapıyormuş gibi konuklar alıyor.

Ancak henüz arzuladığı takipçi sayısını bulamamış.

Bir başkasının kanalına konuk olmuş ve tuhaf bir açıklama yaparak adını duyurmaya çalışmış.

Demiş ki, “Bugün çok bağımsız ve çok özgür gazetecilik yaptığını söyleyen arkadaşlarımız, o zamanlar gazete yönetiyorlardı. Ve ben istemeden, ertesi günün gazete manşetlerini bana gönderiyorlardı. ‘Uygun mudur?’ diye soruyordu ve öyle yayımlıyordu.”

Bu doğru olabilir mi?

Mümkün tabii, biz de duyuyorduk bunları.

İyi de kim bunlar?

Kemal Öztürk, “Muhalif gazeteci” diyor ama bunlar sanılan muhalifler değil.

Daha önce, Erdoğan’ın fedailiğini yapmış sonra çıkarlar bitince dönmüş olanlar.

Ama “muhalif” tanımı başka bir algı yarattığı için pek çok kimse bu gazetecilerin gerçek muhalifler olduğunu sanıyor.

Tabii sarayın bu gazetecisi böylelikle bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.

Hatta üç.

Birincisi, muhalif gazetecileri kendince zora sokuyor.

Eskinin saray fedaisi, bugünün dönmüş gazetecilerine gözdağı veriyor.

Kendi YouTube kanalının bedava reklamını yapıyor.

Hepsi de ne kadar ayıp.

CANIMI SIKAM ŞEYLER

Anıtkabir olayında hâlâ “rahatsız” olan yok


Bu yıl, ‘10 Kasım Atatürk’ü anma törenlerinde, Anıtkabir bir ilke sahne olmuştu.

Anıtkabir Komutanlığı tarafından törenden önce özel olarak içeri sokulan bir grup, anma törenleri sırasında sloganlar atmışlardı.

O günden bu yana Anıtkabir’de ilk kez böylesi rezil bir olaya karışanlar hakkında hiçbir soruşturma, araştırma yapılmadı.

Bunun da ötesinde, daha önce örneğin Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını almasından birkaç gün önce Anıtkabir’i ziyaret etmesi ve ziyaret defterini imzalaması komutanlar arasında çok ciddi bir rahatsızlığa neden olmuştu.

Komutanların Atatürk’e olan bu derin sevgisi ve saygısı, Milli Savunma Bakanlığı’nın da dikkatini çekmiş ve bakanlıktan “Çok rahatsız olduk” açıklaması yapılmıştı.

Ancak ne gariptir ki seçilmiş bir belediye başkanının bu unvanı birkaç gün önceden kullanmasından fena halde rahatsız olan komutanlar, Anıtkabir’in maçtaki amigolar gibi kişiler tarafından gösteri alanı haline getirilmesinden en küçük bir rahatsızlık duymuyorlar.

Bu konuda nedense siyasi partiler de son derece ilgisiz.

Bazı dernekler bu konuda tepkilerini dile getirdiler sadece.

Buna son örnek İzmir’den geldi.

Latife Hanım Grubu adına yapılan açıklamada Anıtkabir’in, askerlerin gözü önünde tezahürat alanına çevrilmesine sert tepki gösterildi.

Latife Hanım Grubu açıklamasında, şu soruların da cevabı istendi;

- Resmi tören öncesinde vatandaşa yasaklanan alana birilerinin izinsiz girmesi mümkün mü?

- Bu kişiler gizlice mi girmişlerdir?

- Bu kişileri içeriye, kim ve neye dayanarak almıştır?

- Bu kişilere, slogan atılmaması gereken yerde slogan attı diye müdahale edilmiş midir?

- Bu kişilerin kameralar kanalıyla kimlikleri tespit edilerek haklarında işlem yapılmış mıdır?

Atatürkçü kurum ve kişiler bunları soruyor ama henüz Ekrem İmamoğlu’na olan rahatsızlığın etkisinden kurtulamayan komutanlar, galiba bu konuya vakit ayıramıyor.

Yazık, Anıtkabir bile bu hale getirildi ya, daha ne diyeyim.

ÜZÜLDÜM

Gerçek bir sanat abidesini yitirdik


Yıldız Kenter de yok artık,

91 yaşındaydı.

Benim doğduğum yıl sahneye ilk kez çıkmış.

Türkiye’nin sanatçılar için en kötü koşullarını yaşadığı yıllarda bile bükülmeden, eğilmeden, sanatından ve sanatçı kimliğinden asla taviz vermeden dimdik ayakta durmuş.

Tanımış olmaktan mutluluk duyduğum sanatçılardan biriydi Yıldız Kenter.

Görgüsü, nezaketi, İstanbul hanımefendisi kişiliği, en önemlisi tiyatroya olan tutkusu asla tartışma götürmeyecek nadir isimlerden biriydi.

Ama o da kaçınılmaz olarak o ilahi sona ulaştı.

Hepimizin başı sağ olsun.