KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Cenaze namazında, protokol ile halk böyle ayrılır mı?


Daha dünkü yazının mürekkebi kurumamıştır.

Bu yazıda dini olmayan konularda sık sık fetvalar veren Diyanet’i eleştirmiştim.

Sigaranın haram olduğunu açıklayan Diyanet’e bu durumda sigaradan alınan vergilerle ödenen imam maaşlarının haram olup olmadığını sormuştum.

Tabii sonuçta ironik bir yazıydı.

Ancak dün gördüğüm bir fotoğraf canımı çok sıktı.

Gerçi Diyanet’in ülke sorunları ile ilgili fetvalar vermesinin hem laikliğe hem de bilime aykırı olduğunu biliyorum ama konu dini olduğu için bunu sormak istiyorum.

Bu fotoğraf, pazartesi günü Erzurum’da çekildi.

Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde, teröristlerle çıkan çatışmada ağır yaralanan ve kaldırıldığı hastanede tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak şehit olan piyade er Sezai Ekşioğlu’nun cenaze namazı kılınırken çekilmiş bu fotoğraf.

Herhalde hemen dikkatinizi çekmiştir.

Cenazede tabutun arkasında saf tutmuş üç sıra var. Sonra arkasında bir boşluk, onun arkasında ise bir güvenlik bariyeri ve cenazeye katılan halk saf tutmuş.

Diyanet, bu görüntüyle acaba ne diyor?

İslam dininde üstelik camide ve namaz kılınırken “VIP” uygulaması var mıdır?

Kimi önemli kişiler rahatsız olmasın diye güvenlik çemberi içinde namaz kılabilir mi?

Diyanet bu konuya acaba ne diyor?

Tabii Diyanet’ten önce Erzurum’daki bu cenaze namazında “VIP” uygulaması yapılmasına Erzurum Müftüsü nasıl izin verdi? Onun da ötesinde, cenaze namazını kıldıran imam, “Bu nedir böyle, dinimizde bu tür bir şey yoktur” demedi mi, diyemedi mi?

Tabii diyememiş olabilir. Cenazeye iktidar kanadından katılan olmuşsa ne desin adamcağız, boynunu büküp kıldırmıştır cenaze namazını.

İRONİ

Trump kendini bir anda Silivri’de bulur mu?


Trump’ın, Erdoğan’a yazdığı o rezil mektuba hepimiz çok öfkelendik.

Gerçi başta Erdoğan olmak üzere, AKP kanadından mektuba bir tepki de görmedik ya, orası da ayrı konu.

Bu mektup herhalde tarihimizde en tepedeki devlet yöneticisine, bir başka ülkeden gelen en ağır mektuptu.

Erdoğan, “Bunun hesabını zamanı gelince sorar” belki ama Gaziantepli Şıh Mehmet Kurtoğlu, avukatı aracılığıyla ABD Başkanı Donald Trump hakkında suç duyurusunda bulundu.

Kurtoğlu, Trump hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “Türk Milleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçundan kamu davası açılmasını talep etti.

Şimdi gel de merak etme.

Türk yargısının kucağına bırakılmış, bir el bombası gibi olan bu suç duyurusuna karşı savcılarımız ne yapacaklar?

Normal koşullarda Erdoğan’a söylenen her sözü hakaret kabul edip dava açan ve yüzlerce kişiyi tutuklamaktan hiç çekinmeyen savcılar, suç duyurusunu en azından işleme koyacak mı, yoksa “Konu uluslararası diplomasiyi ilgilendiriyor” mu diyecek?

Ama dava açtıklarını bir düşünsenize, Trump’ın mal varlığına el konabilir örneğin, Türkiye’ye girer girmez tutuklama kararı verilebilir. Bir bakmışsınız Amerikan Başkanı kendini Silivri’de buluvermiş.



ÖNERİ

Bunun gibi afişi, otobüslere ve metroya asın


Daha önce bir iki kere yazdım.

Özellikle İstanbul, Ankara gibi kalabalık kentlerde, toplu taşıma araçları sabah ve akşam saatlerinde mahşer yeri gibi oluyor.

Böyle durumlarda herkesin “bir kentli olarak” bazı kurallara uyması gerek.

Örneğin sadece gençler değil, artık pek çok kişi sırt çantası ile geziyor.

Ancak araçlara bu sırt çantaları ile binildiğinde, bir kişi aslında iki kişilik yer kaplıyor.

Sırt çantalı kişi çoğu kez bunun farkına bile varmıyor.

Toplu taşımayı çok kullanan bir gazeteci olarak, bu durumu iki ya da üç kere bu köşede konu ettim.

Ancak görüyorum ki, iyi niyetli çağrılar her zaman karşılık bulmuyor.

Bu nedenle belediye başkanına seslenmek istiyorum.

Metro, metrobüs ve otobüs duraklarına hatta araç içlerine sırt çantasının elde bacak arasında taşınması konusunda uyarılar yapılmalı.

Metrolarda, “Yayılarak oturmayın, herkese karşı saygılı olun” uyarıları var.

Bu uyarılar gözlediğim kadarıyla çok etkili, çünkü artık bacaklarını açıp yayılan yolcuya pek rastlamıyorum.

Sırt çantası konusunda da ısrarlı uyarılar yapılması halinde, araca binenler sırt çantalarını ellerine alır ve böylelikle bir kişi, iki kişilik yer tutmaz.

Ayrıca şunu da belirteyim; bu sırt çantaları yüzünden metrobüslerde çıkan hararetli tartışmalara birkaç kez tanık oldum.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Birden 12 Mart dönemini hatırladım


Muhtıra verildikten sonra 12 Eylül generalleri sık sık sıkıyönetim bildirileri yayınlardı.

Sözünü ettiğim muhtıra, 12 Mart Muhtırası, taaa 1971 yılı yani.

Bu sıkıyönetim bildirisinde “Birlik ve beraberlik ruhuna en çok ihtiyacımız olan şu günlerde” cümlesi mutlaka yer alırdı.

Tabii ülkeyi bölmek, parçalamak isteyen komünistler var ya, bunlara karşı birlik ve beraberlik içinde olunması gerektiğini düşünüyordu generaller.

Aradan neredeyse 50 yıl geçti ama iktidarda olanların başları sıkıştığı an, bu klişe sözü kullanmaları değişmiyor bir türlü.

Sarayın ulaştırma işlerine baksın diye atadığı kişi, Haydarpaşa Garı ihalesi nedeniyle büyük tepki gösteren Ekrem İmamoğlu’na resmi bir açıklama yaparak güya cevap verdi.

“Güya” diyorum çünkü bir devlet adamı olması gereken bu Bakan, sanki ihaleye giren kişinin ortağı ya da avukatı gibi yazmış açıklamayı.

Bu tarafını haber sayfalarında okursunuz, benim dikkatimi 50 yıl öncesinin klişe sözü çekti.

Ulaştırma ve altyapıya bakan saray görevlisi, İmamoğlu’na güya cevap verirken bakın ne demiş: Ülkemizin bugününe bakacak olursak, bugün milli birlik ve beraberlik günüdür. Belediye başkanının böylesine anlamlı günlerde, gerçekleri saptırarak, birtakım avukatları da yanına alarak, genel kamuoyunu ve İstanbul halkımızı galeyana getirmeye çalışmasına anlam vermek mümkün değildir. Sayın Başkan’ın, gerçekleri saptırarak toplumu galeyana getirmeye çalışmaktaki maksadı ne olabilir? Acaba İstanbul halkını galeyana getirmeye çalışması, dilinden düşürmediği kucaklama stratejisinin bir parçası mıdır?

Sonuçta alt tarafı bir terörle mücadele operasyonu yapıyoruz. Ne oluyoruz yahu? Bir ihaleye burnunu sokarken bile “Böyle anlamlı günlerde” diyorlar artık.