ANALİZ

Erdoğan yine kandırılıyor olmasın


Bugüne kadar Erdoğan’ın ağzından hiç duymamıştık Adana Mutabakatı’nı.
İşin aslına bakarsanız, birinin ille söylemesine gerek yok, özel görevli dışişleri mensupları dışında muhtemelen kimsenin hafızasında bile yoktu bu konu.
Beklenmedik bir anda Putin dile getirdi, “Adana mutabakatını kullanın” deyiverdi.
İşte hepimiz o anda öğrendik Adana Mutabakatı’nı.
Hemen Google’a “Adana Mutabakatı” yazdık, bölük pörçük bilgilere ulaştık.
İşin temeli şuymuş;
1998’de Türkiye, Apo ve PKK’lıları koruyup kollayan Suriye’ye karşı gürlemişti. Önce MGK’dan sert bir karar çıkmış ardından dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye sınırına kadar giderek “Apo’yu daha fazla koruyan sonucuna katlanır” demişti. Bundan kısa bir süre sonra da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Hatay Üniversitesi’nde katıldığı bir törende Hafız Esad’a seslenerek “artık sabrımızın kalmadığını” söylemişti.
Bu girişimler sonucu Apo Suriye’den çıkmış, Suriye ile imzalanan Adana Mutabakatı ile bu ülkede bundan böyle PKK’lı barındırılmayacağı, yakalananların adalete teslim edileceği, PKK kamplarının kapatılacağı karara bağlanmıştı.
Anlaşma kurallarına uyulmuş ve kısa süre sonra Suriye’de PKK izi pek kalmamıştı.
Erdoğan’ın bu mutabakattan haberi var mı veya Dışişleri bugüne kadar bu konuda bir bilgi vermişler miydi, MGK toplantılarında konu hiç gündeme gelmiş miydi, bunları bilemiyorum tabii.
Ancak gözlediğim kadarıyla Erdoğan Putin’den bu konuda bir uyarı aldıktan sonra “bu mutabakatı uygularız” diyerek aslında bu konuyla ilgili hiçbir şey bilmediğini açık etmiş oldu.
Çünkü Erdoğan eğer Adana Mutabakatı’nı uygulamak istiyorsa bunun aynı zamanda Esad’la direkt ilişki kurulması anlamına geldiğini de biliyor olmalı.
Adana Mutabakatı imzalandığı gün belki şimdiki kadar anlam ifade etmiyordu belki ama şu anda bu mutabakatı uygulamak demek Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve ülkenin tamamında egemen olduğunu kabullenmek demek.
Erdoğan, “‘Türkiye’nin burada ne işi var?” diyorlar. 1998 yılında baba Esed ile Türkiye Adana Mutabakatı anlaşmasını imzaladı...  Aynı kararlılıkla hükmünü icra etmektedir... Hâlâ süren diplomatik süreçlerin sonucunu bekliyoruz. Oldu oldu, olmadı bir gece ansızın oralardayız” diyerek bu anlaşmanın Türkiye’ye Suriye topraklarına girme izni verdiğini de ima ediyor.
Ancak, sanıyorum bu konuda Erdoğan yine bir “kandırılma” ile karşı karşıya kalmış olabilir.
Suriye’nin hamisi durumundaki Rusya’nın, durup dururken Adana Mutabakatı’nı hatırlatması bana hiç de hayra alamet bir iyi niyet girişimi olmadığı hissi veriyor.
Bilmem Erdoğan farkında mı ama bu konuda kandırılmış olmanın Türkiye’ye bedeli hayli ağır olacaktır.

ŞAŞIRDIM

Makedonyalı olmak çok ayıp bir şey mi?


Melih Gökçe son günlerde yine ortalıkta.
Özellikle sahibi olduğu Beyaz TV’de acayip şeyler anlatıyor.
Nasıl bir ruh halidir anlamam mümkün değil, çünkü Erdoğan Gökçek’i kulağından tuttuğu gibi “seçilmiş” olmasına falan bakmadan kapı önüne koydu.
Üstelik “sesini çıkarırsan çok daha fenası gelecek” dedi.
Gökçek buna rağmen hâlâ ortaya çıkıp konuşabiliyor.
Hayret.
Neyse.
Gökçek son zamanlarda muhalefetin CHP adına seçime giren adayı Mansur Yavaş için tuhaf şeyler söylüyor.
Örneğin Gökçek’e göre, Yavaş Makedonyalıymış ama bunu saklıyormuş.
Beyaz TV’de böyle söyledi.
Sonra da şu tweeti attı; “Beyaz TV’den sana iki kez; ‘Eğer kökenin Makedon değilse, açıkla. Ben de Makedon olduğunu bir kez daha ispat edersem adaylıktan çekilecek misin?’ deyince, neden ‘evet, çekilirim’ diyemedin? Sevgili Mansur, bir seçim istismarı uğruna aslını inkar etmek ayıptır.”
Herkes cehaletimi maruz görsün lütfen.
Ama ben konuyu anlayamadım.
Deyin ki Mansur Yavaş Makedon kökenli.
Bu çok ayıp bir şey mi?
Bunun önemi nedir?
Eğer Mansur Yavaş bunu açıklamazsa Gökçek bunun kanıtını koyacak, iyi de ne olacak?
Bu kanıt ortaya konunca Mansur Yavaş neden adaylıktan çekilecek?
Ayrıca bir de AKP adayı Mehmet Özhaseki’nin soyadı konusu var.
Gökçek, Yavaş’a sataşırken laf arasında o konuyu da dile getirdi.
Özhaseki ve tüm aile fertleri 1974 yılında mahkeme kararıyla soyadlarını değiştirmişler ve Karakebap olan soyadı, Özhaseki olmuş.
Eee, ne olacak yani?
Ortada yüz kızartıcı bir durum mu var?
AKP adayının da bunu açıklığa kavuşturması gerekiyor gibi geliyor bana.

BUNU YAZMAK GEREK

CHP nihayet kararını verdi


Siyasi olarak adı ana muhalefet partisi olan CHP, dün “çok çetin!” görüşmelerden sonra “kazanması çok muhtemel” olan yerlerdeki belediye başkan adaylarını belirledi.
“Belirledi” diyorum ama ben bu yazımı yazarken Parti Meclisi toplantısı sürüyordu.
Ama siz bu yazıyı okuduğunuz sırada tahmin ediyorum “belirlendi” fiili gerçeğe dönüşmüş olacaktır.
Bu nedenle atanan kişilerin kimler olduğunu henüz bilmiyorum.
Seçimin çekişmeli geçeceği yerlerdeki adayları elbette çok merak ediyorum.
Çünkü oralarda adayların kimliği çok önemli, seçimi kazanıp kazanmamak o isimlere bağlı bir yerde.
Ama açık söyleyeyim “kesin kazanılacak” yerlerdeki adayların birini bile umursamıyorum da, merak da etmiyorum.
Çünkü oralara kim getirilirse getirilsin, çok belli ki bu kişiler Genel Merkez’in ve hatta Genel Başkan’ın kurşun askerleridir.
Herhangi birine saygı duymam veya desteklemem de bu nedenle mümkün olmaz.
Nasıl olsa seçileceklerdir.
Genel merkezin de bu isimlerden başarılı çalışmalar beklemediği ortadadır.
Bu nedenle “ben adayım” diye böbürlenmeleri, sevinmeleri ve hele hele sanki iş yapacaklarmış gibi projeler falan açıklamaları bana göre hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

İRONİ

Keşke oyumuzu Sivas’ta kullanabilseydik


Başlığa bakıp da “niye” dediğinizi duyar gibiyim.
Cevabı çok basit.
Eğer oyumu Sivas’ta kullanacak olsam cennete gitmeyi yarı yarıya garantilemiş olacaktım.
Çünkü bir önceki dönemde çocuklarımızın eğitimini emanet ettiğimiz İsmet Yılmaz, AKP’nin Sivas Belediye Başkan adayı Hilmi Bilgin için oy isterken aynen şu sözleri söyledi;
“Hilmi Bilgin’e desteğinizi bekliyorum. İnanıyorum ki Hilmi Bey’e vereceğiniz destek yarın ruzi mahşerde (kıyamet günü), yine sizin berat belgelerinizden (kurtuluş) biri olacağını düşünüyorum.”
Kıyamet günü elinde bu belge ile huzura çıkacak olanlar eğer başka nedenlerle çok günaha girmemişlerse avantajlı durumda olacaklar.
Ben de eğer Sivas’ta oy kullanabilecek olsaydım, tereddütsüz AKP adayına oy verirdim.
Fazla günahım olmadığına inanıyorum.  Bu durumda elimdeki belge çok işe yarayacaktır.
Hey yüce rabbim, aklımı koru.
Şu hale bakar mısınız?
Din tüccarlığını benimsemiş iktidar zihniyeti Türkiye’yi ne hale getirdi?
Milli eğitimin teslim edildiği adam, Ortaçağ döneminde papalığın cennette tapu dağıtması gibi “cennete girme belgesi” dağıtıyor.
Diyanetin boşuna “daha dindar olmak için eğitimsiz olmanın daha iyi olacağını” açıklamıyor.