ANALİZ

Muhalefeti HDP ve terörle vurmak 1 Kasım’ı tekrarlama stratejisidir!


İktidar partisi aslında 2015 Genel Seçimleri’nde ilk kez yenilgiyi tatmıştı.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonraki ilk seçime Ahmet Davutoğlu başkanlığında giren AKP, yüzde 41 oy alarak birinci çıkmasına rağmen parlamentoda salt çoğunluğu yakalayamamıştı.
Meclis’e giren CHP, MHP ve HDP’nin milletvekili sayıları AKP’nin üzerindeydi.
Doğal olarak gözler kurulacak bir koalisyon hükümetine çevrilmişti.
İlk akla gelen büyük koalisyondu.
AKP ve CHP’nin ortak hükümet kurması bekleniyordu.
Diğer bir olasılık ise AKP-MHP koalisyonu idi.
Ancak o tarihlerde Devlet Bahçeli henüz AKP saflarına geçmemiş olduğu gibi, Erdoğan’a da bütün muhalefet liderleri arasından en ağır sözleri söyleyen kişiydi.
Nitekim Bahçeli, henüz seçim akşamı AKP ile bir koalisyonu düşünmediğini söylemişti.
Bahçeli’nin bu tavrı üzerine yaygın beklenti CHP-MHP koalisyonunun HDP tarafından desteklenmesiydi.
Ancak Bahçeli, bırakın HDP’nin bu azınlık hükümetini desteklemesini, Meclis Başkanlığı’nın bile muhalefete geçmesine engel olarak “Biz HDP ile aynı yönde oy kullanmayız” dedi ve Meclis Başkanı olması beklenen Baykal’ın önünü kesti.
Kısa sürede oluşan bu yeni durumda aslında hiçbir hükümetin kurulamayacağı anlaşılmıştı.
Özellikle Erdoğan’ın iktidarı asla paylaşmak niyetinde olmadığı çok belliydi ama CHP’liler bunu ne yazık ki anlayamadılar ve 35 gün hiçbir şey yapmadan AKP’nin kapısına gidip geldiler.
Sonunda Erdoğan yetkisini kullanarak hükümet kurulamadığı gerekçesiyle yeniden seçim kararı aldı.
Ancak yapılan bütün araştırmalar yenilenecek bir seçimin aritmetik dengeyi değiştirmeyeceğini gösteriyordu.
Bunun üzerine saray, seçim kampanyasını HDP üzerine kurma kararı aldı.
Cumhurbaşkanı her yerde HDP’nin hükümet olacağını, Milli Güvenlik Kurulu’na gireceğini, Türkiye’nin teröre teslim olacağını anlatmaya başladı.
Bu sırada akıl almaz biçimde bombalar patlamaya başladı.
Suruç ve Ankara’daki patlamalarda 136 kişi ölürken, çeşitli yerlerde güvenlik kuvvetlerine yapılan saldırılar sonunda 100’ün üzerinde şehit verildi. 6 Eylül’de Dağlıca’da 16 askerin şehit edilmesi gerilimi iyice artırırken, aynı gün Erdoğan “400 vekil verilseydi bunlar olmazdı” dedi.
Sonuçta yenilenen seçimler terör tehdidi gölgesi altında yapıldı ve AKP üç ay içinde dünyada eşine rastlanmadık biçimde 10 puana yakın bir artışla yüzde 49.49 oy aldı ve tekrar tek başına iktidar oldu.
Şimdi benzer bir strateji uygulanıyor.
Saray, gece gündüz terör tehdidi yaparak CHP’yi, İYİ Parti’yi ve Saadet Partisi’ni terörle işbirliği halindeymiş gibi gösteriyor.
Bunun da ötesinde parti liderleri “hapse atılmakla” tehdit ediliyor. Terör bağlantılı olduğu ileri sürülen kişilerin seçilmesi halinde hemen görevden alınacakları belirtilirken, bizzat Erdoğan, HDP’nin kazanacağı belediye başkanlıklarına hemen kayyum atamaktan çekinmeyeceğini açıklıyor.
CHP’nin Ankara adayı içinse, “Ya seçime giremeyecek ya da seçilirse hapse atılacak” algısı beyinlere kazınmak isteniyor.
Peki, 1 Kasım’da etkili olan bu dehşet propagandası bu kez de tutar mı?
Bunun karşılığını herhalde ancak 31 Mart gecesi öğrenebileceğiz.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Nedir bu Soylu’nun hali böyle?


Sarayın İçişleri Bakanı olarak atadığı Süleyman Soylu bütün işi gücü bıraktı AKP seçim kampanyasında boy gösteriyor.
Her yere yüzlerce koruma ile giden Soylu, sürekli biçimde muhalefeti terörle işbirliği içinde olmakla suçlarken tehdit etmeyi de ihmal etmiyor.
Soylu en son Ekrem İmamoğlu’na cevap verdi.
Yandaş medyaya verilen “İstihbarat raporları ve fişlemeler” için konuşan İmamoğlu, “Madem elinizde bilgi ver neden seçim sonrasını bekliyorsunuz? Hemen işlem yapın” demişti.
İmamoğlu’nun bu sözleri nedense Soylu’yu çok öfkelendirmiş olmalı ki bakın aynen şunları söyledi;
“İmamoğlu’nu geçen akşam dinledim. Böyle bir şey cinnet halidir, normal bir hal değildir. Diyor ki; ‘325 PKK’lı var diyorlar, insanlar geliyor göğsüme kafamı koyuyor -Biz terörist miyiz?- diye ağlıyorlar.’ Onların onurları, gururları yok muymuş. Eğer bir şey varsa Yüksek Seçim Kurulu görevini yerine getirsinmiş. YSK bakar, oluyor veya olmuyor. Gereğini yerine getirecek olan benim, siz merak etmeyin. İmamoğlu ve Yavaş gereğini getirecek olan benim. Bir seçilsin de görelim bakalım. Teröristleri belediye meclis üyesi yapacaksınız öyle mi? Biz buna müsaade edeceğiz öyle mi? Allah şahittir müsaade edersek şehitlerin eli yakamızda olur.”
Hak, hukuk her şey bitmiş.
İçişleri Bakanı karar vermiş.
Beğenmediği muhalifler, seçildiği anda operasyon yapacak ve hepsini hapse atacakmış.
Türkiye hiçbir seçime bu kadar karanlık bir ortamda gitmedi.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

KONDA neden araştırma sonucu yayınlamıyor?


2007’den bu yana her seçimi neredeyse “birebir” bilen KONDA Araştırma Şirketi, ilk kez bu seçimlerde sonuç açıklamayacağını duyurdu.
KONDA yöneticilerinin bazı gerekçeleri var.
Örneğin bu seçimlerde ittifaklar olması nedeniyle Türkiye genelinde kimin ne oy alacağının tam olarak belirlenmesinin mümkün olmadığını söylüyorlar.
İttifak yapan partilerin bazı bölgelerde hiç aday çıkarmamasının da sonuç almakta zorluk yarattığını ileri sürüyorlar.
Yerel seçim olması nedeniyle birçok bölgede adayların ön plana çıkacağını, bunun da Türkiye çapında bir genel değerlendirme yapmayı zorlaştıracağını belirtiyorlar.
Bunların hepsi makul gerekçeler olabilir.
Ama ben farklı bir açıdan bakıyor ve merak ediyorum.
KONDA bugüne kadar bütün seçimleri biliyordu ama ben bunun iyi bir araştırma ürünü değil, önceden planlanan bir senaryonun açıklanması olarak algıladım hep.
Yani Türkiye, seçim yoluyla dizayn ediliyordu.  Partilerin alacağı oylar seçimlerden çok önce ve defalarca algı yaratmak amacıyla yayınlanıyordu.
Bu sayede halkın zihninde bir beklenti oluşuyor ve sonuçlar bu şekilde çıktığında kimse yadırgamıyordu.
Sanıyorum şimdi durum farklı.
Sonuçları önceden planlamak belki de mümkün olmadı.
Bu durumda gerçek sonucu yani muhalefetin toplamda iktidar bloğuna en az 15 puan fark atacağını açıklamak da iktidarın hiç işine gelmeyecektir.
En temizi KONDA’nın “Bu kez araştırma yayınlamıyoruz” açıklaması ile durumu idare etmek oluyor.
Bu tabii sadece geçmişten bu yana izlediklerime göre oluşturduğum bir varsayımdır.

NOSTALJİ

İşte Paşam, İstanbul


İktidar bloğu pazar günü İstanbul’da gövde gösterisi yaptı.
Mitinge davet afiş ve bilbordları tam bir hafta öncesinden asılmıştı İstanbul’un her yanına.
Gece gündüz reklamı yapıldı, yandaş medya günlerce miting çağrısı yaptı.
Sonunda Erdoğan “emniyetten aldığı bilgiye göre”, alanda 1 milyon 600 bin kişinin olduğunu açıkladı.
Yandaş medya mitingin ertesi günü, coşmuş ne kelime, uçmuştu.
“İşte İstanbul”, “İstanbul kararını verdi”, “Mahşeri kalabalık ‘Erdoğan’ dedi” manşetleri dev puntolarla yazılmıştı.
Bu haberlere bakarken aklıma 1950 seçimleri ve İstanbul’un “mini mini valisi Fahrettin Kerim Gökay” geldi.
CHP, 1946 Seçimleri’ni biraz şaibeli biçimde kazanmıştı ama 1950’de yenileceği neredeyse kesindi.
Seçimden az önce CHP İstanbul’da bir miting düzenlemişti.
Miting alanında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü karşılayan Gökay, gerçekten büyük bir kalabalık için, “İşte Paşam,
İstanbul”
demişti.
Ama o mahşeri kalabalığa rağmen CHP İstanbul’u kaybetmişti.
Neredeyse 60 yıl sonra “İşte Paşam, İstanbul” sözünü andıran başlıkları görünce insan ister istemez, “Tarih yine tekerrür edecek mi?” demekten kendini alamıyor.