ANALİZ

Yine, yeni, yeniden cemaat


Son günlerde bir gariplikler oluyor.

Cemaatin zenginleri zaten hapiste pek kalmıyorlar.

Cemaate destek veren ünlü isimler de birer birer serbest kalıyor.

AKP içinden “cemaate destek olarak nitelenecek” bazı çıkışlar görülüyor.

Ardından bu isimlere yönelik tepkiler oluyor.

Erdoğan hakkında, kaynağı belirsiz birtakım iddialar atılıyor ortaya. Listeyi uzatabilirim.

Ama asıl konuya gelmek istiyorum.

İktidar çok sıkıştı, önünü göremediği gibi, artık halkı kandırmak için elinde malzeme de kalmadı pek.

Erdoğan’ın Amerika gezisi şimdilik bir muamma.

Belli ki Beyaz Saray’dan haber bekleniyor. Sıkıntı şu; Erdoğan Amerika’ya gitse de gitmese de halka tatmin edici bir şey söylenmesi gerek.

İyi de ne söylenecek?

Bir taraftan Amerika’nın sözünü tutmadığını söylüyor ve yine gereğinin yapılacağını açıklıyorsunuz.

Öte tarafta Amerika hem yaptırım kararı alıyor hem Ermeni soykırımını tanıyor.

Bir de üstüne zaten ortada rezil bir mektup var.

O halde, gidilse de gidilmese de bu konulardan herhangi birinde “zafer kazanılması” mecburiyeti var.

Erdoğan gitse de gitmese de bir şeyler kazanmış gibi göstermek zorunda. İşte tam bu sırada ortaya yine yeniden bir cemaat paranoyası atılıyor.

Sosyal medya üzerinden cemaatin boş durmadığı, fırsat kolladığı, her an yeniden duruma hakim olabileceği endişeleri pompalanıyor. Cemaate ait olduğu ileri sürülen bazı hesaplardan, “Geliyoruz, sel gibi üzerlerinden geçeceğiz, güneş yeniden doğacak, kaçacak delik bulamayacaksınız” türü mesajlar atılıyor.

Bunlar her nasılsa takip eden etmeyen milyonlarca hesaba ulaştırılıyor.

Özellikle Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın tahliyelerinden sonra bu eylemlerde artış olduğunu gözlüyorum. Bu arada fısıltı gazetesi tarafından, Amerika’nın cemaatle ilgili bazı taleplerde bulunduğu, aksi takdirde Türkiye’ye çok ağır bazı yaptırımların yolda olduğu yayılıyor. Sanıyorum iktidar çaresizlik içinde yeniden bir FETÖ mağduriyeti sahnelemeyi planlıyor.

Bunlar hep hesaplı kitaplı işler gibi görünüyor. İktidarın başının en sıkışık olduğu anda bu tür iddiaların ortaya atılmasıyla hem dikkatler başka yöne çekilmiş olacak hem de tıpkı olağanüstü hal dönemindeki gibi istenilmeyen, beğenilmeyen herkesin üzerine gidilme şansı bulunacak.

Tabii cemaatle ilgili yeni paranoyaların PKK iddiaları ile at başı gitmesi de tesadüf değil.

İçişleri Bakanı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na yönelik ağır tahrikleri ortamı germek, gerilen ortamdan AKP’ye prim sağlamak amacını güdüyor gibi geliyor bana.

Öyle sanıyorum ki Erdoğan’ın Amerika gezisine kadar benzer tuhaf olayları görme ihtimalimiz çok yüksek.

BUNU YAZMAK GEREK

“Bizi aldatamazlar” diyerek, aldatıldığını itiraf ediyor


Erdoğan’ın salı günü yaptığı konuşmalar çok dikkat çekici.

“Kandırma, kandırılma” edebiyatı yine sahneye çıktı. Ama anlamadığım, Erdoğan yine bu tür bir mağduriyet oyunu sahnelerken çok ciddi bir itirafta hatta ifşaatta bulunduğunun farkında değil mi acaba? Örneğin diyor ki; “Bizi ‘Teröristleri çıkardık, buraları arındırdık’ laflarıyla aldatamazsınız.” Sonra devam ediyor Erdoğan; “Ne Tel Rıfat’ta ne de Münbiç’te halen teröristler çıkarılmış değil.” Aynı hızla şunları ekliyor AKP Genel Başkanı; “Aynı şekilde Resulayn’ın doğusu ve güneyi de teröristlerden arındırılmış değil.” Bunun ötesinde daha vahim bilgiler de veriyor Erdoğan. Meğer PYD’li teröristler, 30 kilometrelik Güvenli Bölge’nin öteki tarafından da saldırılarını sürdürüyormuş. “Seyirci kalamayız buna” diyor Erdoğan.

Amerika’nın, YPG ile devriye gezdiği bilgisini de paylaşıyor Erdoğan ve “Bu mutabakata aykırı, hani çekileceklerdi?” diye şikayetini sürdürüyor.

En sonunda Amerika’ya bir de soru soruyor Erdoğan; “Siz YPG’yi terör örgütü olarak raporlarınıza yazmayınca bu katiller ibra mı oluyor?”

O halde sorma sırası bizde.

Madem teröristler hiçbir yere gitmedi, oldukları yerde duruyorlar hatta saldırılarını bile sürdürüyorlar, o halde biz bu şanlı Suriye operasyonunu niye yaptık, bu biiiir.

İkincisi, madem böyle bir operasyona başladınız, Amerika “Dur” der demez niye durdunuz? Yetinmediniz bunu bir de bunu Rusya’ya söylettiniz.

Her iki ülkeyle de anlaşma yapan siz değil misiniz?

Neye güvendiniz?

Demek ki inandınız bu iki ülkeye.

Şimdi sözlerini tutmadığını söylediğinize göre, demek ki yine kandırıldınız.

Bu durumda “Bizi aldatamazsınız” demenin bir anlamı var mı?

Madem teröristler hâlâ orada, hem Amerika hem Rusya bunlara destek veriyor, başlatın bir şanlı operasyon daha o zaman.

MERAK ETTİĞİMİZ ŞEYLER

Değerli Konut Vergisi, geçmişe doğru mu işleyecek?


İktidarda paralar suyunu çekti.

Bu nedenle iğneden ipliğe her şeye zam yapıldı.

Vergilerde ilan edilen enflasyon oranının 3 katı artışlara gidildi.

Cezalar dudak uçurtacak ölçüde artırıldı.

Yetmiyor ama bunlar açığı kapatmak için.

Üstüne yeni bazı vergiler icat ediliyor.

Meclis’te görüşülen yeni Vergi Reformu! Paketi’nde ,“Değerli Konut Vergisi” diye bir bölüm var.

Buna göre, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak değerlendirmeler sonunda 5 milyon liradan fazla değeri olan konutlardan ekstra vergi alınacak.

Bir maliyeci arkadaşımla sohbet ederken öğrendim ben de bunu.

Arkadaşım uygulamanın nasıl olacağını merak ettiğini belirterek, “Öncelikle bu vergi bir kereye mi mahsus olacak yoksa kalıcı hale mi gelecek bilmiyoruz” dedi.

Ardından “Bu yasa hukuk mantığına ters, çünkü belli ki değeri 5 milyonu geçen her konuttan bu vergi alınacak, bu da yasanın geriye işlemesi demektir” dedi.

Tabii bir de şöyle bir sorun var; Bu yasa pek çok kişinin hoşuna gitse ve “5 milyonun üzerindeki evde oturan vergi versin” dese bile, bu sonuçta bir tür servet düşmanlığıdır, bunu bilelim.

Bunun ötesinde, evin değerinin 5 milyon liranın üzerinde olması, o eve 5 milyon lira verildiği anlamına gelmez.

Bugün İstanbul’un gelişen yerlerinde çok uzun yıllar önce alınmış bir evin şimdiki değeri 5 milyonu geçmişse, bu evlere miras yoluyla veya zamanında çok ucuz fiyatlarla sahip olanlar, bu vergiyi niçin ödesinler? Ya da bu insanlara “zengin” denilebilir mi?

Bir soru da şu; 5 milyonluk ev bugün aşağı yukarı 1 milyon dolar. 10 yıl önce 5 milyonluk bir evi almak için 3-4 milyon dolar ödemek gerekirdi. Buna karşı bugün 5 milyon lira değer biçilen bir ev, bundan 10 yıl önce aslında 2-2.5 milyon liraydı. Bu durumda geçmiş yıllarda ev sahibi olanlar şimdi cezalandırılmış duruma düşmeyecek mi?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Yılmaz Özdil, Süleyman Soylu’yu çok fena yapmış


Siyaseti, tetikçi gibi davranmakla karıştırırsanız, bazen kendi bacağınıza ateş etmiş gibi olursunuz.

SÖZCÜ yazarı Yılmaz Özdil, dünkü yazısında saraya iyi görünmek için laf kahramanlığı yapan Süleyman Soylu’nun aslında patronuna nasıl zarar verdiğini yazmış, çok hoşuma gitti.

Soylu, İmamoğlu’na güya çakmak için; “Avrupa’ya giderek Türkiye’yi şikayet eden ahmağa söylüyorum, Türkiye’yi şikayet etmek akıl sağlığı işareti midir?” demişti.

Yani “ahmak” dediği Belediye Başkanı’nın, akli dengesinin de yerinde olmadığını ileri sürmüştü.

Ama cahilce konuşma yapıldığında, biri çıkar gerçekleri şak diye suratınıza çarpar. Yılmaz Özdil geriye dönük bir araştırma yapmış, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi üç kere Avrupa’ya şikayet ettiğini ortaya çıkarmış.

Sadece Erdoğan da değil, Gül de şikayet etmiş, pek çok yandaş tetikçi gazeteci de.

Şimdi kalkıp da “Soylu, başka kimlere ‘akıl sağlığı yerinde olmayan ahmak’ demiş oldu?” diye bir soru sorarsak yanlış olmaz değil mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Bu kadar insana terörist mi diyeceğiz?


Sanki Süleyman Soylu, Türkiye’yi gerginleştirmek için görevlendirilmiş gibi. Ağzının ayarı hiç yok. Normal bir siyasetçi olsa ağzının ayarının olmamasının bir bahanesi olabilir ama ülke yönetiminde “bakan” sıfatıyla bulunan birinin, ortalığı yangın yerine çevirmeye hakkı yok.

Muhtemelen sarayın da onayı ile son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nu hedef aldı Soylu.

“Ahmak” dedi. İmamoğlu’nu “Türkiye’yi dışarıya şikayet ediyor” diye millete şikayet etti “Bunun akıl sağlığına aykırı olduğunu” söyledi. İmamoğlu, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, milletin seçtiği kişilerin yerine kayyum atanmasının doğru olmadığını söylemişti.

İşte buna çok kızmış Süleyman Soylu; “Millet senden bunun hesabını sorar” diyor. Daha ne istiyor bilemiyorum, madem millet hesabını soracaktır mutlaka, kendini niye bu kadar paralıyor ki Süleyman Soylu, anlamak mümkün değil.

Ancak şunu da görmezden gelemeyiz.

Süleyman Soylu, İmamoğlu’na şiddetli öfke gösterirken, beğenmediği siyasetçilere oy veren herkesi de terörist olarak yaftalıyor.

Şu rakamlara bir bakın.

Kayyum atanan belediyelerde HDP’nin oy oranları şöyle;

Diyarbakır: 62.93

Van: 53.83

Mardin: 56.24

Hakkari: 59.97

Yüksekova: 66.18

Kulp: 49.97

Kayapınar: 66.35

Bismil: 71.43

Kocaköy: 61.67

Karayazı: 61.83

Nusaybin: 77.42

Erciş: 49.71

Cizre: 76.99

Saray: 61.38

Kızıltepe: 70.45

Bu kadar insana terörist muamelesi yapmak, ne akla, ne mantığa, ne de siyasi ahlaka sığar mı?