Erken gelen sıcaklar, henüz ilkbaharın başında olmamıza rağmen Ege kıyılarında yemyeşil bir doğa şenliği başlatmıştı.
Konuksever Edremitlilerin sık sık “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları ve büyük coşkuyla destekledikleri Halk Arenası’ndan sonra birkaç saat uyumuş ve Belediye Başkanı Kamil Saka’nın daveti üzerine, kahvaltı için Kaz Dağları’na tırmanmaya koyulmuştuk.

★★★

Önce zeytinlikleri geçtik, sonra kızılçamları gördük. Gideceğimiz yer, karaçamların endemik Kaz Dağı göknarlarıyla buluştuğu rakımda, yani yaklaşık bin metre yüksekteydi.
Oksijeni bol havaya sinen çam kokuları genzimizi yakıyordu.
Zaman zaman arabadan inip, izci öğrenciler gibi ciğerlerimizi oksijenle dolduruyor, gürül gürül akan çeşmelerden içtiğimiz su, damağımızda o güne kadar denediğimiz tüm memba sularını unutturacak bir lezzet bırakıyordu.
Ta aşağılardan bize eşlik etmeye başlayan kuş cıvıltıları yükseklere tırmandıkça azalacağına, daha da artıyordu.

★★★

Birlikte yolculuk yaptığımız gazeteci dostum Atilla Köprülüoğlu, kendisini içinden geçtiğimiz güzelliklerin büyüsüne kaptırmış, ikide bir “Yeryüzü cenneti dedikleri bu olsa gerek abi” diyordu.
Uykusuzluğu, İzmir’den başlayan yol yorgunluğunu bir anda atmış, sanki uzun ve deliksiz bir uyku çekmişcesine, çocuksu bir enerjiyle dolmuştuk.

★★★

Cennetin kucağındaki kahvaltı yerine ulaştığımızda 7 dönem üst üste belediye başkanı seçilme başarısını gösterdiği için dostlarının “hayat boyu başkan” dedikleri Kamil Saka’nın iki değerli konuğuyla oturduğunu gördük.
Kaz Dağları’nın tepesinde hiç beklemediğimiz anda karşımıza çıkan konuklardan biri; dönemin Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu diğeri ise Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün’dü.
İkisini de tanıyordum.
Büyükçekmece ve Beylikdüzü’nde unutulmaz Halk Arenaları yapmıştık.
Ayrıca ikisinin de gazetecilik hafızamda özel yerleri vardı. Örneğin Ekrem İmamoğlu kendisinden çok önce  “asrın yağması” adı verilen hazine arazileri talanının yaşandığı topraklarda başkan seçilmiş ve yolsuzluklara, pisliklere bulaşmadan yepyeni bir Beylikdüzü inşa etmişti. Seçmenleri onu çok seviyorlardı... Hasan Akgün de boyutu 20 milyar doları bulan o yağmayı yapanları, büyük bir direniş ve cesaret örneği sergileyerek Büyükçekmece sınırlarında durdurma başarısını göstermişti. Ekrem İmamoğlu’nun kendisine özel sevgi ve saygısı vardı. 

★★★

Sohbetin ardından onlar İstanbul’a doğru hareket ettiler, biz de İzmir’e...
Kamil Saka “Size yüreğinizi yakacak bir şey göstermek istiyorum” deyince, biz de onun aracına geçtik. İşaret ettiği yerde, güzelim ormanlar yok edilmiş ve sanki dev bir göktaşı düşmüş gibi, korkunç bir çukur açılmıştı. Aşağılara doğru da gölü andıran siyanür havuzları görülüyordu.
Bu öylesine ürpertici bir görüntüydü ki, hepimiz dokunsalar ağlayacak hale gelmiştik.
Saka’ya “Cenneti cehenneme çevirenlerle mücadele edemiyor musunuz” diye sordum. Umutsuz bir şekilde başını sallayıp, ağlamaklı bir sesle “Ah keşke o yetkimiz olsa. Her türlü işlerini Anakara’da bitiriyorlar. Elimizin kolumuzun bağlı olması bizi kahrediyor” diyebildi.

★★★

Ne söyleyeceğimizi şaşırmıştık. Adeta sözün bittiği yerdeydik.
Büyük usta Nazım’ın o muhteşem dizelerinde anlattığı gibi;
“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı...”