İstanbul’u afişlerle doldurdular, asrın liderimizle Binali beyin fotoğrafları var, “İstanbul bizim için bir aşk hikayesi” yazıyor.



Aşk, harika bir kelime ama... Ediz Hun’la Filiz Akın’ın birbirlerine sarılarak Boğaz’ı seyrettiği, Tarık Akan’la Emel Sayın’ın ağaçlar arasında neşeyle koşuşturarak saklambaç oynadığı, İzzet Günay’la Türkan Şoray’ın sokaklarında el ele yürüdüğü, Kartal Tibet’le Fatma Girik’in faytonla dolaştığı, mutlu aşıklar şehri midir artık İstanbul?



Fakir ama yakışıklı delikanlı Ayhan Işık, küçük hanımefendi Belgin Doruk’a kırmızı bir gül uzatırken, ropdöşambırlı fabrikatör Hulusi Kentmen’in pencereden şefkatle baktığı, tonton aşçı Necdet Tosun’la azgın hizmetçi Mürüvvet Sim’in tombul yanaklarını birbirine yasladığı, şoför Vahi Öz’le saftirik uşak Cevat Kurtuluş’un mutluluktan ağladığı şehir midir artık?



Nubar Terziyan’ıyla Kenan Pars’ıyla Sami Hazinses’iyle, siyah beyaz günlerindeki kadar rengarenk midir artık İstanbul?



Sizden önce böyleydi.
25 senedir siz yönetiyorsunuz bu şehri... Artık böyle mi?



Hani nerede o şarkılardaki İstanbul mesela?
İstanbul’u sevmezse gönül, aşkı ne anlar / düşsün suya yer yer, erisin eski zamanlar / sarsın bizi akşamda, şarap rengi dumanlar / bir tatlı huzur almaya geldik, Kalamış’tan...
Huzur duyabileceğimiz bir semt kaldı mı?
Behçet Kemal Çağlar’ın güftesini yazdığı, Münir Nurettin Selçuk’un bestesini yaptığı şehir midir burası?



Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde, bülbül sesi var nağmelerinde...
Hâlâ böyle mi artık?



Duruşun andırır asil soyunu, Hisar, Kuruçeşme, sahil boylu mu? / Arnavutköylü mü, Ortaköylü mü, kız sen İstanbul’un neresindensin? / Bilmem sözlü müsün, nişanlı mı, sevgilin yaşlı mı, delikanlı mı? / Emirgan, Bebek, Aşiyanlı mı, kız sen İstanbul’un neresindensin?



Biz kurduk diye gurur duyduğunuz Başakşehir, bu dizelerin neresinden?
Aynı duygular yazılabilir mi, Sultanbeyli, Bağcılar, Ümraniye’den?



Yok efendim köprü yaptık, vay efendim tünel yaptık filan, hikaye...
Mimar Sinan’la Balyan Kardeşleri çıkarırsan, ne kalır İstanbul’dan geriye?



Yüzmilyarlarca dolar harcadınız, şehrin her santimine bina diktiniz...
Tırnağı olabilir misiniz Kız Kulesi’nin, o minicik ama devasa estetiğin?



Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer / ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul / sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer...
Yahya Kemal Beyatlı’nın baktığı aziz İstanbul mudur, bu İstanbul?



“İstanbul deyince aklıma martı gelir, yarısı gümüş yarısı köpük, yarısı balık yarısı kuş” demiş, Bedri Rahmi Eyüboğlu...
Martılar gene aynı martılar ama, yüzen ütü’ye çevirdiğiniz vapurlar, aynı püfür püfür vapurlar mı?



“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz / ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında / budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz” demiş, Nazım Hikmet...
Ağaç bıraktınız mı İstanbul’da?
Beton yığınlarınız arasında köpük köpük gökyüzünü görebiliyor muyuz?



“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı / kuşlar geçiyor, derken; yükseklerden sürü sürü, çığlık çığlık / ağlar çekiliyor dalyanlarda / bir kadının suya değiyor ayakları / İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı...”
Orhan Veli’nin gözlerini kapatarak dinlediği şehir midir burası?
Kadınlar, korkmadan çekinmeden, çıplak ayaklarını denize uzatabilecek kadar özgür müdür İstanbul’da?
Eleni’yi Yüksekkaldırım’da güpegündüz öpüp, Mualla’yı sandala atıp, Melahat’ı Alemdar’a götürebilir misin yobaz saldırısına uğramadan?



İstanbul dediğin, Nazım Hikmet’le Piraye’nin aşkıdır, Orhan Veli’yle edebiyat dünyasını büyüleyen kadın Nahit’in, Yahya Kemal’le Celile’nin, Özdemir Asaf’la Sabahat’ın, Turgut Uyar’la Tomris’in aşkıdır.
Şehirleri şehir yapan, romantik filmlerdir, şiirlerdir, şarkılardır.
Şaire yazara müzisyene senariste, o şehrin verdiği ilhamdır.



E bakıyoruz seçim afişlerinize...
Darılmayın ama, sizinki gerilim romanıdır, aşk hikayesinden ziyade!