Henüz 18 yaşındaydım.
Stajyer muhabir olarak işe başlamıştım.
Gündüz okul, gece çalışıyordum.
Saat 23 sularıydı, polis telsizinden cayır cayır anonslar geçmeye başladı, Nif Dağı’nda orman yangını çıkmıştı. Fırladık tabii...
Orman yangını denilen hadiseyi hayatımda ilk kez orada gördüm.
O güne kadar ben de sizler gibi sadece gazete sayfalarında veya televizyonda görmüştüm. Yakından hiç de öyle değildi...
İnanılmaz bir gürültü, derinden gelen bir uğultu vardı, sanki ağaçlar yanmıyor da, yanardağ patlıyor gibiydi, yer yarılıyormuş gibiydi, ağaçların arasından koştura koştura fil sürüsü çıkacakmış gibiydi.
Kor haline gelmiş kozalaklar, tetiğine basılmış mermi gibi, şarapnel gibi etrafa saçılıyordu, 20 metre uzağı, 30 metre uzağı tutuşturuyordu, ormanın öfkesi adeta makineli tüfekle ateş eder gibiydi.
Gündelik kıyafetleriyle, hiçbir koruma olmadan alevlerin üstüne atılan orman işçilerinin ne kadar cesur insanlar olduklarını, isimsiz kahramanlar olduklarını ilk o gece farketmiştim.
Havada geniz yakan, kesif bir is kokusu vardı, soluk almakta güçlük çektiğimi hatırlıyorum.
Güya uzakta durmaya çalışıyorduk ama, üstümüz başımız kül olmuştu, kül yağıyordu, öyle böyle değil, lapa lapa kül yağıyordu.
Hangi yönden estiği belli olmayan tuhaf bir rüzgar üfürüyordu, yüzümüzü tütsüler gibi yalıyordu.
Kaçamayan tavşanları, sincapları, kaçması mümkün olmayan kaplumbağaları, börtü böceği ilk o gece düşünmüştüm, o güne kadar hiç düşünmediğim için utanmıştım, zifiri dumana teslim olan minicik sığırcığın biblo misali cansız bedenini ilk o gece görmüştüm, kanatları bile kurtulmasına yetmemişti maalesef... Kavrulduğu için tekrar yeşermesi kimbilir kaç yıl sürecek olan kapkara toprağı ilk o gece avuçlamıştım.
Doğrusu, yangını söndürmeye gözyaşlarımız bile yeterdi ama, çaresizdik, çaresizce seyrettik, fotoğrafladık, yazdık, taşra baskısı bitmişti, şehir kalıplarına yetişmesi için yazıişlerine teslim ettik.



Şu başlığı attılar:
Ciğerlerimiz yandı!



Sayın gerizekalı basınımızın bıkıp usanmadığı başlıklardan birisidir bu, ciğerlerimiz yandı...
Her orman yangınında fotokopi gibi aynı başlığı atarlar.
Lütfen google’a girin, “ciğerlerimiz yandı” diye arayın, bu başlıkla iki milyondan fazla haber olduğunu görürsünüz.



17 yaşındaydım, “ciğerlerimiz yandı” diye yazıyorlardı, emekli oldum, hâlâ “ciğerlerimiz yandı” diye yazıyorlar.



Hissetmez.
Üzülmez.
Umursamaz.
Düşünmez.
Ama sanki taa ciğerinde hissetmiş gibi, öylesine yürekten kahrolmuş gibi rol yaparak, hep aynı başlığı atarlar, ciğerlerimiz yandı.



Zaten aslına bakarsanız, bu memlekette başımıza her ne geliyorsa, bu osuruktan yaklaşım yüzünden geliyor.



Gerçekten ciğerimiz yanmış gibi hissetmediğimiz için, umursamadığımız için, kafa yormadığımız için, ciğerimizi söküyorlar!



Mesela...
Geçmediğimiz köprüye, girmediğimiz tünele, uçmadığımız havalimanına, yatmadığımız hastaneye para ödüyoruz.
Orman yangını da tıpkı böyle...
Yansa da yanmasa da para ödüyoruz!



Çünkü sayın hükümetimiz, orman yangınlarını söndürmek için ihale açıyor, söndürme helikopterleri kiralıyor, o kiraladığı helikopterlere söndürme garantisi veriyor!



Yanlış okumadınız...
Sayın hükümetimiz üç ayrı şirketten helikopterler kiralıyor, dört bin saat uçma garantisi veriyor, uçuş saati başına 26 bin lira ödüyor.
Dört bin saat uçarsa, ne ala...
26 bin lira çarpı dört bin saat, 104 milyon lira ödüyor.
Dört bin saat uçmazsa?
Farzedelim az yangın çıktı, üç bin saat uçtu...
Garanti kapsamında gene 104 milyon lira ödüyor.
Peki ya çok yangın çıkarsa?
Farzedelim beş bin saat uçtu, hiç sorun değil, 104 milyonu ödüyor, üstüne her saat için 26 bin lira ödemeye devam ediyor.



Güzel ciğer değil mi?



Üstelik...
Helikopter kiralanan şirketlerden biri, mimarlık şirketi iyi mi!



Mimarlık şirketi helikopterleri Rusya’dan kiralıyor, sonra kiraladığı helikopterleri sayın hükümetimize kiralıyor, uçsa da uçmasa da garanti kapsamında parasını alıyor.



Nasıl ciğer?
Mis...
Arnavut ciğeri mübarek, insan lezzetine doyamıyor.



Bitmedi...
Habire makam uçağı alan, habire makam otomobili alan sayın hükümetimizin arazözü yok.
Orman yangınlarını söndürmek için arazöz kiralıyor!
Dozer kiralıyor.
Pikap kiralıyor.
Şoförüyle beraber treyler kiralıyor.
İş makinesi kiralıyor.
Mühendis kiralanır mı birader... Sayın hükümetimiz, orman yangınlarıyla mücadele için orman mühendisi kiralıyor!
Yangın mevsimlerinde altı aylığına kiralanıyor.
Kadrolu orman mühendisleri yangın mesaisinde ek ödeme alıyor, kiralık orman mühendislerine verilmiyor, kiralık orman mühendisleri orman yangınlarında ucuza geliyor!
Orman yangınlarının söndürülmesi için işçi kiralanıyor.
İşçi dua ediyor ki, bol bol orman yangını çıksın, orman yangını çıkmazsa, işçiye iş yok!
Sayın hükümetimiz yangın gözetleme kulesini bile kiralıyor.
Mobil kule... Altı aylığına kiralanıyor, ormana yerleştiriliyor, yaz sezonu bitince, kulenin sahibi olan şirket kuleyi kamyona yükleyip götürüyor.
Gözetleme kuleleri için gözetleme işçileri kiralanıyor.
Ormanlarda yangın emniyet yolları var, o yangın emniyet yollarının bakım işi bile kiralama usulüyle yapılıyor.



En hazin tarafı ise...



Türk Hava Kurumu’nun elinde, şu an kullanılabilir durumda beş adet Bombardier CL 215 tipi yangın söndürme uçağı var.
Sayın hükümetimiz, kendimize ait olan bu uçakları kullanmak yerine, ihale açıyor, aracı şirketlerden helikopter kiralıyor.
Bombardier CL 215 tipi amfibyen uçaklar, Kanada’da üretiliyor.
Türk Hava Kurumu bu uçakları Kanada’dan satın aldı.



Yani?



Kanada şirketi geliyor, Kazdağları’ndaki altın madeni için sayın hükümetimize beş milyon dolar veriyor, bu para karşılığında bizim ormancılarımıza bizim ormanlarımızı kestiriyor.
Bizim elimizde aynı Kanada’dan satın alınmış yangın söndürme uçakları var, sayın hükümetimiz istemediği için kullanamıyoruz, ormanlarımızı kurtarsınlar diye canciğer şirketlerin cebine garanti para koyup, Rusya’dan helikopter kiralıyoruz.



Gerçekten ciğerimiz yanmış gibi hissetseydik, ciğerimizi böyle söktürür müydük, a benim ciğerparem?