Nato’ya girdik.
Amerikalılar bize girdi.



Bismillah ilk iş, İzmir’e geldiler.
Kavaklıdere Köyü’nde orman içindeki dağı oydular, nükleer saldırıya dayanıklı savaş karargahı kurdular.
Bilahare, Çiğli’de inşaata başladılar.
Toki apartmanı yapar gibi betonarme iskeleler diktiler.
Sayın ahalimiz “bunlar ne?” diye merak edince, “salça fabrikası kuracağız” dediler.
İskeleler bitti, 18’er metre boyunda boru gibi şeyler kondurdular.
Sayın ahalimiz gene merak etti, “bunlar ne?” diye sordu, bu defa “minare” dediler.
Evet, minare dediler.
Gel gör ki, bu minarelerden ezan okunmuyordu, etrafı tel örgülerle çevriliydi, kapısında kurt köpekli Amerikan askerleri nöbet tutuyordu.
Sayın ahalimiz bu durumu da merak etti, “hani bunlar minareydi?” diye sordular, Amerikalılar makul şekilde izah etti, “minare yapmaktan vazgeçtik, bunlar İbrahim” dediler.
İbrahim’lerin kenarında IRBM yazıyordu, intermediate range ballistic missile, orta menzilli balistik füze... Sovyetler’i vurmak için getirilmişti, Jüpiter füzeleriydi.
Üstüne fotoğrafta gördüğünüz gibi Türk Bayrağı monte ettiler.
IRBM’ye Ege şivesiyle İrbaam diyen sayın ahalimiz pek mutlu oldu.
Füzeler güya Türkiye’nin emrindeydi ama, füzelerin anahtarı elbette Amerikalı subaylardaydı, Türk subayları dekor olarak duruyordu.
Minareyi döşeyen, kılıfına uydurmuştu.



1954’ten itibaren memlekete füze döşenmesinden haberi bile olmayan sayın ahalimiz, 1974’te kafasına füze yiyordu, gene haberi yoktu.



Çünkü...
Küba krizi bitmiş, Amerikalılar Jüpiter füzelerini söküp götürmüş, onların yerine Nike Hercules füzeleri getirmişti, nükleer başlık taşıyabiliyorlardı, ayrıca, İncirlik, Balıkesir, Eskişehir, Ankara ve Malatya’ya nükleer depolar inşa etmiş, nükleer bombalar yerleştirmişlerdi.
Tabii bunların benzerini Yunanistan’a da yerleştirmişlerdi.
1974...
Kıbrıs’a çıktık.
Yunanistan kara kuvvetlerine bağlı, fanatik bir general komutasındaki birlik, Nike Hercules füzeleri ve nükleer silahlar bulunan üsse baskın yaptı.
Türkiye’ye nükleer füze fırlatmak istiyordu.
Amerikalı subaylar ve Amerikalı teknik personel, silahlarıyla birlikte kendilerini hangarlara kilitlediler, füzelerin ve bomba taşıyabilen uçakların başında, çatışma pozisyonu aldılar.
Yunan hava kuvvetlerine mensup subaylar, Amerikalılarla birlikte hareket ettiler, üsse girmeye çalışan kara birliğine direndiler, takır takır çatışma çıktı, içeri girmeye çalışanlar durduruldu.
Az daha kafasına atom bombası yiyecek olan Türkiye’nin ruhu bile duymamıştı!



Körfez savaşı çıktı...
Scud füzesi pek modaydı.
Saddam’ın bize fırlatma ihtimali vardı.
Sayın devletimizin en ufak bir önlemi olmadığı için, sayın ahalimiz kendi kendine önlem aldı... Tavuk dedektörü icat edildi!
Irak sınırına yakın bölgemizde herkes kapısına balkonuna tavuk bağlıyordu, sabah uyanınca ilk iş tavuklara bakılıyordu, tavuklar gıdaklıyorsa, çok şükür, kimyasal füze fırlatılmadığı anlaşılıyordu!
Piyasa ekonomisi devreye girdi, “tavuk dedektörse, güvercin radardır” denildi, İstanbul’da İzmir’de ne kadar cami varsa, alayının avlusundaki güvercinler araklandı, Irak sınırındaki şehirlerde satıldı.
Tanesi 10 liraya kakalanıyordu.
Televizyona çıkıp “güvercinlerin kimyasal silaha karşı daha duyarlı olduğunu” anlatan tırışkadan otoriteler peydah olmuştu.
O dönemi yaşamayan gençlerimiz abarttığımı düşünebilirler ama... Gazetelerde yayınlanan, uçan balon gibi, ayağına sicim bağlanmış martı fotoğrafı bile vardı.
Koca koca üniversitelerin koca koca profesörleri, “kardeşim ahaliye gaz maskesi dağıtsanıza” diyeceğine, kedi ve köpeklerin erken uyarı sistemi olarak kullanılabileceğini tavsiye ediyordu.
Sanırsın kediler awacs’tır!
Bazı vatandaşlarımız işi sağlama bağlamak için, kimyasal füze sızmasın diye, kapıyı pencereyi naylonla kaplıyordu.
Ki, hakikaten sızmıyordu, soba zehirlenmesinden ölenler oldu.



Patriot’u ilk o zaman duyduk.
Scud’u havada yakalıyordu.
İncirlik’e yerleştirilmişti.
Sayın ahalimiz kendini tavukla kediyle korumaya çalışırken, coniler babalarının tarlası gibi kullandıkları İncirlik’i Patriot’la koruyordu.
Yanlış bir uydu sinyali aldılar...
Haşırt diye fırlattılar.
Füze yoldayken yanlışlıkla fırlattıklarını anladılar, havada imha ettiler. Ancak, henüz Adana üzerindeyken imha ettikleri için, sokakta oynayan sekiz yaşındaki çocuğumuzun kafasına şarapnel düştü, çocuğumuz ölmedi ama sakat kaldı.



Böylece...
Topraklarına füze düşmediği halde, kendisine ait olmayan füzeyle kendi vatandaşını vurmayı başaran ilk ve tek ülke, Türkiye oldu.



Yıllar geçti.
Suriye karıştı...
Türkiye’yi korumak için Patriotlar getirildi.
Milli mücadelemizin sembol şehirleri, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana’ya yerleştirildi.
Kahramanmaraş’ı Almanlar...
Gaziantep’i Amerikalılar...
Adana’yı Hollandalılar korudu!
Patriot bataryalarının ortak komutanı Yunan’dı, herif kendisi anlatıyordu, dedesini İzmir’den denize dökmüştük!



Milli mücadele dediğin, işte böyle olurdu...
Sayın hükümetimiz utanmasa, Nato’ya İstiklal Madalyası takacaktı!



Bi ara Çin füzesi almaya kalktılar.
Asrın liderimizin başkanlığında toplanan savunma sanayi icra komitemiz, Çin’den füze savunma sistemi almak üzere görüşmelere başladığımızı duyurdu.
Hatta, savunma sanayi müsteşarımız bizzat açıkladı, “Çin’den 3.5 milyar dolar füze alacağız, teslimat dört ay içinde yapılacak” dedi.



4 ay geçti, yok.
14 ay geçti, gene yok.
26 ay geçti...
Çin’den almıyoruz dediler.



“Obama beyzbol sopasını ağzımıza soktu” diyemediler...
“Biz dünya lideriyiz, milli ve yerli füze yapacağız” dediler.



Çin füzesi alacağımızı duyunca alkışlayan sayın ahalimiz, Çin füzesi almayacağımızı duyunca gene alkışladı.



Sonra gidip milli ve yerli füze olarak Rusya’dan S400 aldılar.



Milli ve yerli füze yapacağımızı duyunca alkışlayan sayın ahalimiz, Rus füzesi alacağımızı duyunca gene alkışladı.



Ve şimdi ortaya çıktı ki...
S400’ler aktive edilmeyecek.
Radarı açılmayacak.



Fişini bile takmayacaklar yani.



“Kullanırsak Amerikalılar bizi oyacak” diyemiyorlar...
“Barış konuşlanması” diyorlar.



Aman diyeyim, depoya kaldırmadan önce ambalajın üstüne Türk Bayrağı yapıştırmayı unutmayın ha!