İnsanı türler içinde ayrıcalıklı kılan sadece akıl sahibi ve düşünen bir varlık olması değildir. Onu nevi şahsına münhasır kılan, düşünmek üzerine düşünen bir varlık olmasıdır. Sadece ağacı, havayı, taşı, toprağı, ateşi, suyu düşünmekle kalmaz; bunların ne olduğu üzerine ortaya konulan düşünceler üzerine de düşünmüştür. Düşünmekle de yetinmemiş, yaklaşık son beş bin yıldır bu düşünce birikiminin bir kısmını yazıya dökerek, yani kendi zihni ve hafızası dışında başka bir dış belleğe kaydederek, gelecek nesillere, söze bağlı kalmaksızın, semboller aracılığı ile aktarmayı bilmiştir. Felsefenin doğuşu, özellikle de alfabelerin gelişimi ile bu düşünme, kayıt düşme ve aktarma çabasının nihai bir sonucudur. Konuşarak ortaya konulan öz ancak yazıya döküldüğünde asırları aşan bir değere sahip olur. İnsanın varoluşu üzerine duyduğu kaygı ve merakları da bu var olma çabası içinde, yüzyılların üst üste yığdığı edebiyat höyüklerinde saklıdır. Edebiyatı, yazını felsefi kılan onun genele hitap edebilme yetisine bağlıdır.

UMUMİ OLANIN ÇAĞLAR ÜSTÜ HALİ

Bir çağdan diğerine seslenmek/seslenebilmek varoluşun genel üzerinde hâkim kıldığı kaygı ve merakların sorgulanması ile mümkündür; bu anlama ve anlam üretme çabasında ise büyük sorular başat ögedir: Varoluşun bir manası var mıdır? Tanrı var mıdır? Ahlakın kaynağı nedir? Şeyler neden böyledir de başka şekilde değillerdir? Bu sorular çağlar üstü edebi-felsefi eserleri yarattığı gibi, aynı zamanda kültürler ve medeniyetler arasındaki temel farkları da oluşturmuştur. Bir yanda felsefeye bağımlılık derecesinde tutulmuş bir sorgulama ve şüphe duyma geleneği; diğer yanda ise bu sorgulamanın adeta yasaklanmaya çalışıldığı ezber ve inandırma geleneği. Hal böyle olunca edebiyat ve felsefenin çağlar üstü olma hali, bu birikimlerin inşa ettiği sorunların da çağlar üstü olması durumunu kaçınılmaz olarak doğurmuştur. Böylece yukarıda yaptığımız ayrımın ilki zaman içinde ilerleme ve eleştiri olgularını öne çıkarırken, ikincisi gelenek ve evrensel-tekçi bir hâkimiyet olgusunu temel öge haline getirmiştir. Demem o ki bunları bütünüyle birbirinden kopartıp farklı kompartımanlarda ilerlemelerini mi seyredeceğiz, yoksa birbirini tamamlayan ve iş birliği içinde daha iyiyi yaratan insan etkinliği olarak mı kurgulayacağız?

OLANI ANLAMLANDIRMA ÇABASI

Yaşadığımız çağın kaygısı, bu iki farklı anlayış arasındaki hayli esnek mücadelenin varacağı sonuçtur. Ne de olsa bu sonuç geleceğin de belirleyicisi olacaktır. Zamanın felsefesi ise ortaya çıkan sonuç ne olursa olsun, onun sergilediği değişimi geleceğe aktaracak kavramları üreten bir sorgulama ve üretim faaliyetidir. Onu zamanın, yani çağın felsefesi yapan da budur.