Geçen haftaki yazıma gelen itirazlardan anlıyorum ki toplum sözleşmesi ile toplumsal birliği oluşturan ruh (milliyet, dil ve din) birbirine karıştırılıyor. Toplum sözleşmelerinin temelinde medeniyet ve iktidar olgusunu açıklama ve bunların getirdiği sorunları çözüme kavuşturma arayışı var. Hobbes, Locke ve Rousseau, modern siyaset paradigması içinde alternatif fikirleri olsa da insan doğası üzerinden sözleşmelerini oluştururlar: Doğal durumda insan birbirinin kurdudur. Dolayısıyla kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. O zaman bizim özgülüklerimizi, can ve mal güvenliğimizi korumak üzere bir kuvvet oluşturalım ve haklarımızı ona devredelim. Bu gücün adı devlettir. Toplumsal mutabakat böylece devreye girer.

TARİHSEL KOŞULLAR VE YENİLENME

Din ve inanç birliği toplumsal düzenin sağlanmasında ve devamında elbette etkilidir. Buna ilişkin pek çok dini metin vardır. Soru şudur: Kur’an’dan hareketle bir modern devlet teorisi oluşturulabilir mi? Tarihsel tecrübede dinin bir hukuk sistemi oluşturduğunu biliyoruz. Bu hukuk sisteminin yaşanılabilir bir toplum düzeni kurmak amacıyla bazen -ki Hz. Ömer’le başlar- hükümlerinin askıya alındığını/uygulanmadığını da biliyoruz; bazen aşırı yoruma gidildiğini bazen yoruma ihtiyaç olsa bile ayetlerin lafzi olarak ele alındığını da. Demem o ki tarihsel zemin ve koşullar değiştikçe hükümlerin değişebileceği öngörülmüştür. (tecdit-maslahat) Örfi hukuk da bu ihtiyacın diğer bir kanıtı. Bu noktada din ancak tarihin belirli bir noktasına kadar (modernite) kısmen birleştirici bir rol oynamıştır; birleştiriciliği kadar ayrıştırıcı rolü de unutulmamalıdır. (Cemel, Sıffin, Kerbela vakaları ve onun tüm coğrafyaya yansımaları) Dolayısıyla din üzerinden inananların ortak bir inanma zemini aracılığı ile evrensel dil oluşturamadıkları ortada, sorun tam da burada başlıyor.

DİN Mİ İDEOLOJİ Mİ?

Kur’an’da hukuka dair hususlar vardır ama bir hukuk kitabı, bir anayasa kitabı değildir; dağlardan ovalardan bahseder ama bir coğrafya kitabı da değildir; geçmiş topluluklardan bahsetmesi onu tarih kitabı da yapmaz. Hülasa temel ölçü ve esaslara dair (adalet, liyakat gibi) ayetler vardır fakat nasıl bir yönetim oluşturulacağı insana bırakılmıştır, içinden bir rejim çıkmaz. Kur’an’ın herhangi bir beşeri yorumu eksene alınarak bir mutabakat oluşturulabilir, İran devleti (Şia) ya da Suudi Arabistan (Vahhabilik) gibi. Fakat devletleşen her yorum, bir kültürü, bir ideolojiyi temsil eder asla İslam’ı temsil etmez; şayet eder denilirse eksik ve yanlış olan her şey İslam’a yüklenmiş olur. Kaldı ki İslam’ı bir devletin ideolojisine veya tek bir yoruma indirgemek en başta onun aşkınlığına darbe vurur. Tarih boyunca Müslüman topluluklarda iktidarların zulmünün İslam’a mal edilmiş olmasının arkasında bu saik vardır. Devam edeceğiz.