1997 Şubat ayının 26. günüydü.

Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın ziyaretini izlemek için İsrail’deydik.

Ziyaretin en ilginç bölümü Karadayı ve ekibinin Mescidi Aksa ve tam karşısındaki Kubbetü’s Sahra camilerine yaptığı ziyaretti. “İlginç” ifadesini özellikle kullanıyorum, zira bir ara ortadan kaybolan Karadayı’yı o caminin ortasında bulunan ‘Muallak Taşı’nın altındaki ‘Peygamber Mescidi’nde namaz kılarken bulmuştuk.

Karadayı’nın gazetecilerden saklamadığı o namazı, iki gün sonra Ankara’da yapılan ve “muhafazakar” hükümete ağır bir bildiri imzalatılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı öncesinde gözümüze sokarak kılması manidar olmuştu. Belki de “Bizim sorunumuz dinle, dindarlarla değil, biz de namazımızda niyazımızda insanlarız” mesajı vermeye çalışmıştı.

Karadayı’nın Tel Aviv’deki son akşamında Türk Büyükelçisinin rezidansında bir resepsiyon vardı. Yemek için sıra beklerken, biri omzuma dokundu. Döndüm baktım, o günlerin kudretli generallerinden Erol Özkasnak’tı.

“Delikanlı sen hangi gazetedensin” sorusunu yöneltti.

24 yaşındaydım ve öyle bir resepsiyona kot pantolon, kazak ve kirli sakalla gittiğimden “delikanlı” hitabından çok rahatsız olmamıştım.

“Radikal Gazetesi” dedim.

Kitabın ortasından daldı: “O gazetede 4 kişi var hiç haz etmem.”

Radikal o günlerde Susurluk Kazası ile ortaya saçılan kirli ilişkilerin üzerine gidiyordu ve TSK ile sık sık karşı karşıya kalıyordu. Radikal yazarlarından haz etmemesini normal karşıladım ve “Kimden haz etmiyorsunuz” sorusuyla karşılık verdim.

İlk söylediği isim “Erbil Tuşalp” olmuştu. Küfür sayılabilecek bir sıfat kullandı ve ardından “Yanlış anlama Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşımdır” diye ekledi. Ben Erbil Ağabey’in asker kökenli olduğunu nedense hiç duymamıştım. Meğer, Özkasnak ve Erbil Ağabey 1965 mezunuymuş. Özkasnak, bir çırpıda saydığı isimlerden neden haz etmediğini anlatmıştı.

O günlerde seçilmiş bir iktidarı dahi tanımayan askerlerin düşünce özgürlüğünü önemsemesini bekleyemezdim. Sıradan bir muhabirdim üstelik. Hiçbir karşılık vermedim. Ancak kısa vadede Erbil Ağabey’in Radikal’den ayrılmak zorunda kaldığına şahit olmuştum. Olayı Erbil Ağabey’e aktardığımda “Beni sevmemeleri normal, hep tekerlerine çomak soktum” diye gülmüştü. “12 Eylülcüler de sevmezdi zaten. Bu ekip, 12 Eylül generallerinin tezgahında büyüdü, bazıları Evren’in özel kalem müdürüydü” diye de ekledi.

Geçen hafta Erbil Ağabey’i kaybettik. Sadece iyi bir gazeteciyi değil, 12 Eylül faşizminin önemli bir tanığını da kaybettik. Öldüğünü duyar duymaz, kitaplığımdan 1986’da yazdığı “12 Eylül Tutanakları: BİN TANIK” isimli kitabı çıkarıp yeniden göz gezdirdim.

Kenan Evren’in en güçlü olduğu dönemde 12 Eylül faşizmini korkusuzca yazmıştı Erbil Ağabey ve o kitabı neden yazdığını anlattığı SUNUŞ bölümünü de şu paragrafla bitirmişti:

“Bir de şu var: Gazetecinin, çağının tanığı olduğuna inanıyorum, yıllardır. İnsanın doğrular karşısında susmasının, yalancılık olduğuna daha çok inanıyorum artık.”

12 Eylül’ün üzerinden yıllar geçmesine rağmen, bu cümle hala geçerli ve sadece gazeteciler değil vatandaşlar da ilginç davaların muhatabı olabiliyor.

Gelin bugün yazının finalini, Erbil Ağabey’in o kitabında anlattığı “Ç, S, Ş” harflerinin nasıl komünizm propagandası gerekçesi yapıldığına dair tanıklıkla bitirelim:

Tepecik Halkı Tüketim Kooperatifi, dükkanın önüne artık birçok ürünün karnesiz satılacağına dair bir duyuruyu asmıştı. Duyuruda toplam sekiz adet Ç, S ve Ş harfi vardı.

Duyuruyu fark eden kolluk, indirmekle kalmayıp tutanak tutmuş, soruşturma başlatmış, ekspertiz raporu hazırlatmıştı. Kooperatif yetkilileri Aşur ve İsmail Yalçın kardeşler 4 Ekim 1981 günü gözaltına alındılar. Gerekçeye şu yazılmıştı: “Bu harfler orak ve çekice benzetilerek yazılmıştır ve orak çekiç SSCB’nin ve komünizmin sembolüdür.”

İsmail duyuruyu kaleme aldığı, Aşur da asmaya yardım ettiği için tam 15 gün çok ağır işkence gördü. İkisi de tutuklandı. Aşur ilk duruşmada salıverildi ama İsmail, TCK’nnı 142/1 maddesinden hüküm giydi. İsmail cezasını yatıp çıktığında eline kalem almaya dahi korkar olmuştu. Bu arada geride ne kooperatif kalmıştı, ne rafları.

Erbil Ağabey’i ve bütün 12 Eylül mağdurlarını saygıyla anıyorum.