Gazetecilik hayatımda en fazla Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili gelişmelere zaman ayırdım. 4-5 yıl öncesine kadar Dışişleri Bakanlığı’nı ve Dışişleri bakanlarımızı çok yakından izledim.

Katipliklerinden, şube müdürlüklerinden bildiğim diplomatların, bir bir büyükelçi, müsteşar hatta emekli olduklarına tanık oldum.

Ne yalan söyleyeyim, son 4-5 yılda ise ne Dışişleri Bakanlığı ne de Dışişleri Bakanı radarıma giriyor.

Ülkemizin dış politikasını “yumuşak güç-diplomasi” yerine “sert güç-Silahlı Kuvvetler” kullanarak belirlediği, artık su götürmez bir gerçek.

Haliyle Milli Savunma Bakanlığı ile MİT işin odağına yerleşirken, Hariciye biraz “hariçte” kalıyor.

Bugünlerde, Dışişleri Bakanlığı’nın, diplomatların dış siyaset ürettiği, stratejik kararlara öncülük ettiği, liderlere akılcı tavsiyelerde bulunduğu bir kurum olmaktan çıkıp, siyasetçilerce alınan kararları muhataplarına ileten (bir çeşit ülkenin dış dünyayla iletişimini sağlayan) PTT’ye (Posta Telefon Telgraf) dönüştüğünü gözlemliyorum.

Önemli başkentlerin de olduğu bir çok ülkeye siyasi atamaların yapıldığı, bu nedenle yıllarını bu mesleğe vermiş büyükelçilerin, diplomatların merkeze çekilip adeta bankamatik memurlara dönüştürüldüğü, Dışişleri Bakanı’nın kendisine sorulan bir Libya sorusuna “Savunma Bakanı’na sormak lazım” yanıtını verdiği bir ortamda aksinin olması da mümkün olmasa gerek.

★★★

Bugün dış politika konusunda savruluyorsak eğer, sürekli çelişen açıklamalar duyuyorsak tek nedeni “monşerler” olarak küçümsenen ve sürekli hedef gösterilen diplomatların süreçlerden dışlanmasıdır.

- Bakın bir örnek vereyim:

Sayın Cumhurbaşkanı Berlin’deki Libya Toplantısı için yanında götürdüğü gazetecilere “Burada arabulucu sıfatıyla bulunmayacağımızı Sayın Putin’e başta söyledim” diyor. Oysa Putin ile yapılan toplantıdan çıkan bildiride Türkiye ve Rusya kastedilerek “biz arabulucular” deniliyordu.

Diplomaside söz uçar yazı kalır.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gazetecilere aksini söylese de gelecekte bu işi yazan tarihçiler Moskova’da yapılan o ortak açıklamayı, dolayısıyla da “arabulucu” ifadesini referans alacak.

Mesleğe yeni başlamış bir diplomat dahi Cumhurbaşkanı’nın bu hassasiyetine karşı ortak açıklamaya bu ifadenin konulmayacağını bilir.

- İkinci bir örnek daha:

Sayın Cumhurbaşkanı sürekli “Saraj BM’nin tanıdığı taraf” diyor. Türkiye’nin Saraj’ı desteklemesinin en önemli gerekçesi olarak BM’nin hükümetini tanıması gösteriliyor. Peki ya Suriye’de BM kimi tanıyor? New York’taki BM kampüsünde Suriye’nin Daimi Temsilcisi olarak çalışan Beşar Caferi kimin temsilcisi?

Libya’ya gelince sırf “BM tanıyor” diye Saraj dost, Suriye’de BM’nin tanıdığı Esad hala düşman!

“Bu ne yaman çelişki” demezler mi?

- Üçüncü bir örnek:

Türkiye, Mısır’ın darbeci lideri Sisi’ye “Şeytan görsün yüzünü” muamelesi yapmıyor mu? Peki ya Berlin’de çekilen “Aile Fotoğrafı”na ne diyeceğiz şimdi?

Sisi konusunda, Esad konusunda siyasetçiler bu kadar köşeli laflar ederken, deneyimli diplomatlar, “Efendim dış politikada dost düşman olmaz, çıkarlar olur. Günün birinde bu isimlerle aynı kareye girmek zorunda kalabiliriz” uyarısında bulunmadılar mı hiç?

Daha onlarca örnek verebilirim ama nafile!

“KILIÇDARĞLU’NUN LİBERALLERE İHTİYACI VAR MI?”


Kılıçdaroğlu’nun T24’teki açıklamaları çok ses getirdi. Gerçek muhafazakarlığın öncelikle “insani değerleri” muhafaza etmesi gerektiğine inanan biri olarak “muhafazakarlık” konusundaki sözlerini çok önemsedim ve içten buldum. Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerinin CHP tabanındaki yansımalarını merak ettim ve mümkün olduğu kadar çok CHP’liye bu konudaki görüşlerini sordum. Şunu gördüm: T24 söyleşisi CHP tabanında ciddi bir tartışma yaratmış ama tartışmanın gündemi “muhafazakarlık” değil, “Kılıçdaroğlu’nun liberallerle buluşması” olmuş. Farklı görüşleri iki başlıkta toplamak mümkün.

Birincisi:

“AK Parti’nin FETÖ’nün de desteği ile bu hale gelmesinde katkısı en büyük olan liberallerdir. CHP’nin toplumda karşılığı olmayan liberallere ihtiyacı yok.”

İkincisi:

“Liberalleri AK Parti’ye kaptırma, liberallerin desteği ile AK Parti’nin gücünü artırıp yerini sağlamlaştırması, CHP’de geçmişte hakim olan bu yanlış tavrının sonucu değil mi?”

Siz hangi taraftasınız bilmiyorum ama ben CHP’nin bu tür teorik tartışmalara ihtiyacı olduğuna inanıyorum.