Türkiye’nin İdlib stratejisi konusundaki temel sorunu askeri ve siyasi hedefin ne olduğudur.

Milli Savunma Bakanı Hulisi Akar, hedefin “rejimi devirmek” olduğunu söylemiş. Bu hem askeri hem siyasi bir hedeftir.

Parlamenter sistemde olsaydık “koalisyon ortağı” diyebileceğimiz Cumhur İttifakı’nın paydaşlarından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise hedefi “Şam’ı ele geçirmek” olarak ortaya koydu. Bu da hem askeri hem siyasi bir hedefti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise hedefin “Suriye halkını rejimin zulmünden korumak” olduğunu ifade etti. Erdoğan’ın ortaya koyduğu hedef ise daha çok siyasi, ama askeri adımların da zorunlu hale geleceği bir hedefti.

Ben aktardığım üç açıklamayı ve hükümetin hangisini seçeceğini soruştururken, bir AK Parti milletvekili aradı. Yazdığım, dile getirdiğim eleştirilerin gerekçelerini anlamaya çalışıyordu. “Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarına açıktan destek verip, İdlib’deki operasyonu eleştirmenin mantığı nedir? Türkiye bundan sonra ne yapmalı?” diye sordu. Verdiğim yanıtı özetleyerek buraya aktarıyorum:

İKİ HEDEFTEN BİRİNİ SEÇMELİYİZ

“Zeytin Dalı ve Barış Pınarı PKK terör örgütüne yönelikti. Fırat Kalkanı’nda hedef IŞİD’di. İdlib’de ise düşman rejim ordusudur. Yani ilk üç harekat terörle mücadele alanındaydı. İdlib’de ise topraklarındaki isyanı bastırmak istediğini söyleyen, BM tarafından ‘meşru yönetim’ olarak tanınan Suriye rejiminin ordusuyla karşı karşıyayız.

Eğer niyetimiz Suriye’deki rejimi devirmek ise tek plana ihtiyacımız vardır. O da tamamen TSK’nın savaş kapasitesiyle ve Özgür Suriye Ordusu’nun insan gücüyle şekillenecek, ‘Şam Taarruzu’dur. Ancak, bu planı yaparken unutmamalıyız: Sahada siyasi ve askeri tek bir müttefik bulamayıp, ÖSO ile baş başa kalacağız. Hatta hedefleri ‘rejimi korumak’ olan Esad’ın müttefikleri İran ve Rusya başta olmak üzere bir çok ülkeyi karşımızda bulacağız.

Eğer niyetimiz ve hedefimiz Rejimin İdlib’de kendi halkına yaptığı zulmü engellemek ise plan, İdlib’deki sivilleri korumak üzerine şekillenmelidir. Bunun için de rejim ordusunun olmadığı bölgenin çevresi bir ateşkes sınırı olarak belirlenebilir (Rusya da bunu istiyor). Sınırımızın bitişiğinde adeta bir tampon bölgeye dönüşecek o alan ya tek başına Türkiye  ya da Uluslararası toplumun desteği ile tutulabilir. ABD, AB, NATO, BM, insani dramı sona erdirmek için devreye sokulabilir. Rusya, İran ve Esad’ın muhatabı o andan itibaren sadece Türkiye değil, uluslararası toplum olur.”

“CESUR OLUN, ÇEKİLELİM DEYİN”

AK Partili vekil maruzatımı anladı mı bilemiyorum ama ben AK Parti’nin bir çıkış aradığını anladım. Zaten, bazı CHP’lilerle rejim bölgesinde kalmış bazı ateşkes gözleme istasyonlarının kuzeye taşınmasını görüştüklerini düşünmeme neden olan bazı cümleler kurdu. Bunu teyit için CHP’den bir isme sordum ve “Evet, tehdit altında olan askerlerimizin güvenli bölgelere çekilmesi konusunda sessiz kalacağımızı, hatta bunu desteklediğimizi ilettik” karşılığını verdi.

TBMM’de dün yapılan gizli oturum öncesinde Başbakan Yardımcılığı da yapmış eski bir AK Parti Milletvekili de yanıma gelerek “Yorumlarını dinliyorum, canavar gibisin” dedi. Güldüm, “Canavar demeseydiniz iyiydi” dedim. Güldükten sonra, “Biraz cesur olun. ‘İdlib’den çekilelim’ deyin” dedi. Güldüm, “Beni tutuklatmak mı istiyorsunuz” karşılığını verdim. O da güldü ve iktidar kulisine doğru yürüdü.

AYNI ŞEY MİDİR?

Gelibolu, Kocatepe, Sarıkamış, bu güzel yurt uğruna şehit düşen Mehmetlerle doludur. Kimsenin şüphesi olmasın! Ülkemizin güvenliği, vatanın bütünlüğü söz konusu olduğunda, vücudundaki 20 kilo kanı bu yurdun bir toz tanesi için dökecek insanlar yaşıyor bu topraklarda. Şimdi ben AK Partili vekillere basit bir soru soruyorum:

Vatan toprağı dışında, başka bir ülkenin rejimini değiştirmek için yeni şehitler vermek, Çanakkale’de, Sakarya’da, Sarıkamış’ta vatanı savunurken şehit vermekle aynı mıdır?