Facialar ülkesi haline geldik... Hep kara haber, kötü haber... Hiç mi iyi şeyler olmayacak ülkemizde?

Bu iktidar döneminde her geçen gün biraz daha geriye gittiğimiz net olarak görülüyor.

Hem ekonomi, hem huzur, hem demokrasi bakımından çağdaş Batı’dan uzaklaştık, Ortadoğu ülkelerinin arasında yer aldık!

Eskiden bizi “Avrupalı” olarak gören dünya, artık bize “Bir Ortadoğu ülkesi” olarak bakıyor!

Zaten bizim iktidarda Avrupa değil, Arap hayranlığı var. Fakat, tek taraflı bir hayranlık bu... Çünkü (Katar hariç) o ülkelerin hiçbiri bizi sevmiyor!

★★★

Çok çelişkili bir dış politikamız var!

İlişkilerimizin iyi olduğu söylenen Rusya, Esad rejiminin en büyük destekçisi... “Esad bizim dostumuzdur, Suriye’de görevinin başında kalacaktır” diyor.

Bizimkiler ise “Esad gitmeden Suriye’de barış olmaz” diye direniyor.

Bu durumda çözüm olur mu?

ABD, Suriye’de bir Kürt devleti kurmak istiyor, biz (haklı olarak) “Buna izin vermeyiz” diyoruz. Fakat... Türkiye olarak o bölgelere Esad’ın hâkim olmasını da istemiyoruz.

Suriye olmayacak, Kürt devleti olmayacak, peki orada ne olacak? İzlenen politikada bir terslik yok mu?

★★★

Dış politikamızdaki çelişkileri, en deneyimli diplomatlarımızdan olan emekli Büyükelçi Onur Öymen de söylüyor ve:

“Türkiye’nin Suriye’deki süreci yönetmesi için Esad yönetimi ile diyalog içinde bulunması gerekiyor. Bu, Türkiye’nin güvenliği için de şarttır. Eğer Suriye’ye çok hasmane tavır takınıyorsanız, o zaman Suriye’nin yanında olan ülkelerle (Rusya ve İran ile) iş birliği yapmayacaksınız. Bu büyük bir çelişkidir” diyor.

Türkiye, Esad’ın gitmesini, Rusya ve İran ise Esad rejimini koruyarak, onun iş başında kaldığı bir Suriye istiyor. Böyle bir ortamda bu üç ülkenin iş birliği içinde olması mümkün müdür?

Bu çelişkiler Türkiye’nin dış dünyadaki itibarına gölge düşürüyor!

Biz bu yanlış politikamızı değiştirmedikçe, tedbirsizce daldığımız Suriye bataklığından çıkamayız!

Daha çok acılar yaşarız!

Kader mi, tedbirsizlik mi?

Deprem felâketi, çığ faciası, uçak kazası...

Nedir başımıza gelen bu felâketler?

Her işimiz kadere bırakılmayıp önlemler alınsa elbette ki kayıplarımız bu kadar büyük olmazdı.

Meslektaşımız Müyesser Yıldız, 1999 yılında Gölcük merkezli Marmara depreminden sonra, köşe yazarı dostumuz Melih Aşık’ın yazdığı bir yazıyı kesip saklamış.

21 yıl önceki yazıyı okuyunca, aradan geçen uzun yıllar içinde hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Yazı şöyle:

TEŞHİS: Takdir-i ilahi.

ÖNLEM: Allah tekrarından korusun.

TESELLİ: Devlet vatandaşın yanındadır.

TEDAVİ: Devlet yaraları saracaktır.

Türkiye’yi 35 yıldır bu siyasi meddah zihniyeti idare ediyor. Her felâketi lâfla geçiştirip, yeni felâketlere zemin hazırlıyor.

Bilimin sesine kulak verilmezse daha çok acılar yaşayacağız, çok ağlayacağız. Biline...

TEBESSÜM

“Vah başıma gelen!”


Evin hanımı odasına kapanmış, ağlıyor. Genç hizmetçi kız odaya girerek onu teselli etmeye çalışıyor:

“Ne oldu hanımcığım? Neden ağlıyorsunuz?”

“Ah sorma... Çok dertliyim Kezban’cığım! Başıma bu da mı gelecekti?”

“Sizi üzen nedir? Kötü bir haber mi aldınız?”

Evin hanımı hıçkırarak cevap verir:

“İmzasız bir mektup aldım. Kocam beni, asistanı Nermin ile aldatıyormuş...”

Hizmetçi kızın birden rengi değişir, kıpkırmızı kesilerek haykırır:

“Nee? İnanmam vallahi! Beni kıskandırmak için böyle söylüyorsunuz!”

GÜNÜN SÖZÜ


Ortaya yağlı bir kemik atmadıkça kimin köpek olduğunu bilemezsiniz!