“İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesindeki Durumun İstikrarlaştırılmasına İlişkin Muhtıraya Ek Protokol”ün 3. paragrafında “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yineler” cümlesi yer alıyordu. Türkiye’nin meselesi sınırımızda bir terör devletinin kurulmasını önlemek, halkına karşı zalimce davrandığı gerekçesiyle Esad yönetimini sonlandırmaktır.

Suriye topraklarında bulunmamız, 1998 yılında Adana’da Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı’na dayandırılıyor. Ancak, Moskova’da imzalanan ek protokolde, “Adana Mutabakatı”na hiç vurgu yapılmaması da dikkat çekici bir durum.

SOÇİ BİTTİ

Protokolde olmayan başka bir ayrıntı da Suriye birliklerinin, 17 Eylül 2018’de Soçi Mutabakatı’nda yer alan ateşkes çizgisine dönmeleriyle ilgili ifade bulunmaması. “Temas çizgisi” tarafların şu anda bulundukları yerdir. Bugün, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin gözlem noktaları Suriye rejiminin denetimindeki topraklarda birer ada gibi kaldı. Bu da, 2018’de imzalanan “Soçi Mutabakatı”nın bittiği anlamına gelir.

Türkiye ile Rusya arasında imzalanan “Ateşkes” esas olarak bu iki ülkeyi bağlar. Peki Suriye’yi de bağlar mı? Suriye’nin bu konuda kendini bağlayacak bir açıklaması olmadı. Bu durumda Rusya’nın, Suriye adına da taahhütte bulunduğu düşünülebilir. Ama Soçi Mutabakatı’ndan sonra Suriye’nin “Bu geçici bir düzenlemedir. İdlib’i geri alacağız” dediğini ve salam (sabırla ve metodik) politikası uygulayarak adım adım köyleri ve kasabaları ele geçirerek bizim gözlem noktalarımızın etrafını kuşattığını da unutmayalım. Yine de ateşkes ilanında, Astana ve Soçi mutabakatlarına atıfta bulunulması olumlu işarettir.

BM ANLAŞMASI

1945 yılında imzalanan ve üye tüm ülkeler için bağlayıcı hükümler içeren Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nı tarayalım:

- 24. Madde, “Birleşmiş Milletlerin üyeleri, örgütün hızlı ve etkili hareket etmesini sağlamak için uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluğu Güvenlik Konseyi’ne bırakırlar ve bu sorumluluk gereğince görevlerini yerine getirirken Güvenlik Konseyi’nin kendi adlarına hareket ettiğini kabul ederler.”

- 39. Madde, “Güvenlik Konseyi, barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da bir saldırı eylemi olduğunu saptar ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunur veya 41. ve 42. maddeler uyarınca hangi önlemler alınacağını kararlaştırır.”

- 42. Madde, “Güvenlik Konseyi, 41. maddede öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler; gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilir.”

- 51. Madde, “Bu antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez.”

MEŞRU SAVUNMA HAKKI

Bu maddeleri birlikte değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo şudur: Milletlerarası bir uyuşmazlığın taraflar arasında gerçekleştirilen diplomasi yoluyla çözülememesi halinde kuvvet kullanılmasına karar verme yetkisi ilgili ülkelerde değil, Güvenlik Konseyi’ndedir. Bunun tek istisnası 51. maddede sınırları açıkça belirtilen “meşru savunma” halidir.

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin başka bir ülkenin topraklarına girmesi, ilgili ülke hükümetinin karşı tarafa resmen davette bulunmasıyla mümkün. Bugün itibarıyla, BM Güvenlik Konseyi tarafından Suriye’ye karşı kuvvet kullanılmasına ilişkin bir karar Rusya ve Çin’in vetosu nedeniyle alınamadı. Rusya, Suriye Hükümeti’nin  (Esad rejiminin) daveti üzerine ülkede konuşlanmış. Türkiye’nin, Suriye’ye askeri müdahalede dayanabileceği yegane hukuki argüman BM Anlaşması’nın 51. maddesinde belirtilen meşru müdafaa halidir.

ADALET DİVANI

Gelecekte, Türk askerinin Suriye topraklarında kalmaya devam etmesi, Türkiye’nin uluslararası hukuk açısından işgalci statüsüne düşürülmesini de gündeme getirebilir.  Türk askerinin şehit olma pahasına, cana, mala zarar gelmemesi için büyük özen göstermesine rağmen, Suriye sınırları içerisinde havadan ya da karadan kişilere veya mallara verilen zararın tazmini talep edilebilir. Türkiye’nin Lahey Adalet Divanı’nda yargılanması ve Suriye devletine yüklüce tazminat ödemeye mahkum edilmesi de olasılık dahilindedir.

Buna göre şimdiden önlem alınmasını öneren ve konunun tazminat boyutuna dikkat çeken hukukçular da var. Biz de bunu hatırlatmak düştü.

NOT: Ankara Kitap Fuarı’nda bugün saat 13.00’te Bilgi Yayınevi standında son kitabım “Menzil” ve diğerlerini imzalayacağım.