Geçen haftaki yazımızı ‘dinin aksı ne ibadetlerdir, ne sembollerdir ne de şekli kurallardır’ diyerek bitirmiştik. Çok açıktır ki, aks ahlaktır. Bir okuyucum gönderdiği mailinde “Ayşe Hanım, ‘insan ahlaksızlığı oksimorondur’ şeklinde yazınızın başlığını uyarlamak gerekir” demiş. Bence hiçbir mahsur yok. Zira bana göre ahlaksızlık, insanın doğasından sapmadır. Varlıktaki mahiyetine uygun hareket etmeme halidir. İç ve dış dünyasını fesada uğratma edimidir. Dini düşünce zemininde pek de dile getirilmeyen şu tespiti yeri gelmişken yapalım: Ahlak asli bir durumdur. XI.yy alimlerinden Ragıb El-Isfehani; Allah insanlara iki elçi göndermiştir; birinci elçi akıl, ikincisi de peygamberlerdir, der. Buradaki nüansı kaçırmayalım, birincil elçi asıl olandır. Zira Peygamberler insanın fıtri özelliklerini (vicdan, şefkat, merhamet, edep, adalet, hakkaniyet vb.) hatırlatmak üzere gelmişlerdir. Keza Kur’an da kendisini hatırlatıcı (tezkire) olarak takdim eder. Demem o ki; akıl, ahlak, vicdan üçlüsü “biz insanı en güzel şekilde yarattık” sözünün muhatabı insanda doğuştan vardır. Din burada inayet (Tanrı’nın yardımı/lütfu) olarak değerlendirilmektedir. Mutezile’den hareketle söyleyelim, vahiy insanda var olan bu asli/temel unsurları ve onların ortaya koyduğu iyiyi (ameli salih) onaylamak için vardır. Kaldı ki akıl yoksa teklif yoktur.

DİN NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Gelen soruları da dikkate alarak söyleyeyim; din ve ahlak kavramlarını tartışırken ahlak nedir, ne değildir sorusu kadar din nedir, ne değildir sorusu da önem taşır. Bu iki kavram berraklığa kavuşmadan ahlak ile din ilişkisini kurmak zordur. Örneğin Kur’an’a ve hadislere bir bütün olarak baktığımızda inanca ait ifadeler, tarihe ilişkin betimlemeler, tabiatla ilgili örnekler, kıssalar, ahlaka dair ayetler, ritüellere ilişkin ifadeler, dönemin savaşlarına ve inanç gruplarına yönelik nitelemeler, Hz. Muhammed’in özeline ait ifadeler vb. görürüz. Bunların hepsi din midir?  Ahlak üzerinden düşünürsek, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişen, her zaman diliminde farklılaşarak gelen davranış kalıplarına ahlak diyebilir miyiz?  Dinlerin dışında evrensel üst değerler yok mudur? Bu evrensel normlar ile dinlerin koyduğu kurallar çatışır mı? Çatıştığı yerde hangisini baz almamız gerekir? Soruları uzatmak mümkün. Bu ve benzer sorulara cevap ararken, ahlak ve din ilişkisini bir mantığa oturtabilmemiz için her ikisinin de zaman ve mekan açısından aynı birimde buluşması gerekir. Bunları yapabildiğimiz zaman din ile ahlak, akıl ile vahiy, bilim ile din ilişkilerini analitik bir zeminde konuşmak ya da her birini yerli yerine koymak mümkün olacaktır.

CENNET CEHENNEM AHLAKI 

Ahlak, dünyaya aittir, dünyasaldır. İnsanı yönlendirirken dünyayı aşan amaçlar taşımaz; bunu evrensel ahlaktan bahisle söylüyorum. Burada bir parantez açalım; bir dindar için öte dünya bu dünyada yaşanan ahlakın ya ödülüdür ya cezasıdır. Cennet cehennem saikiyle ahlakı yaşamak ne kadar ahlaktır; bu dinin kendi içinde de tartışılmıştır. Buna en güzel cevabı sûfî kadın Rabiatül Adeviyye verir: Basra sokaklarında bir elinde meş’ale bir elinde su testisi ile dolaşmaktadır. Onu görenler, nedir bu elindekiler, diye sorar. Rabia: Ateş, cenneti yakmak, su, cehennemi söndürmek içindir. Mümin cehennemden korktuğu ya da cennete özendiği için Allah’ı seven kişi değildir. Ben bunları ortadan kaldırayım ki, Allah’ı gerçekten sevenler ve gerçekten ahlaklı olanlar ortaya çıksın, der. Ahlaki tutum tam da budur. Konuya tekrar döneyim; din ise dünyaya dönük yönü olmakla birlikte dünyayı aşan amaçlar taşır, keza ahlaka yüklediği anlamda da bunu görürüz. Dünyayı aşan alan hakkında tasavvur ve inançlarımız ne olursa olsun, şurası bir gerçektir ki, iki alanın birbirinden bağımsız parametreleri vardır. Bitiremedim, haftaya devam edelim.