Önce iki tespit:

Yetişmiş, donanımlı bilim insanlarının “dine ihtiyaç yoktur” yaklaşımlarını bir yere kadar anlıyorum. Kuşkusuz akıl  (Maturîdî’den hareketle de söyleyelim) hakikati bulabilir ve aklından hareketle kişi herhangi bir dinin içinde yer alan çoğu insandan daha ahlaklı ve daha dervişane bir yaşam da sürebilir, nitekim örneklerini görüyoruz. Kaldı ki, aklın bunu zorunlu kıldığını düşünenlerdenim. Bu bir tarafı. Diğer taraftan aklın çıkarımı yanılmaz değildir; argümantasyon biçimi değiştikçe, gözlem farklılaştıkça, bileşen sayısı arttıkça varılan sonuçlar değişebilir. Keza sınırlı ve sonlu aklın, bırakın sınırsız ve sonsuz olanı, kendisi gibi yaratılmış doğayı bile bütünüyle kavraması mümkün görünmüyor. Keza insanın kendi karmaşıklığı ise apayrı bir konu! Örneğin insan ne kadar rasyonel? Tarih buna cevap veriyor: Kayıt altına alınmış 3400 yıllık insanlık tarihinin sadece yüzde sekizinde (üç yüz yıl) savaş olmamış. Peki ders almış mı? Ders alınsaydı tarih tekerrür etmezdi. İki haftadır üzerinde duruyorum; doğal çevrenin tahribi, iklim krizi, susuzluk tehlikesi bizi yok oluşa doğru hızla götürüyor; uzmanlar altıncı kitlesel yok oluş sürecinden bahsediyorlar. Peki, günümüz insanı bir araya gelip bir çözüm üretmek istiyor mu; daha doğrusu insanlık genelinde böyle bir kaygı var mı? Hayır. O halde rasyonaliteden bahsedebilir miyiz? Nitekim bilim insanları bireyin sınırlı rasyonelliğe sahip olduğunu ve kararlarının da sınırlı irade gücü ile ortaya çıktığını savunuyorlar.

İkinci husus, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini hatırlayalım. Ekonomik ve kültürel şartlar ve coğrafyanın oluşturduğu yaşam standardı insan davranışlarına büyük ölçüde yön veriyor. Bu durumdan her bilinç etkileniyor. Peki, bu noktada din nerede duruyor? Bu noktada da sınırlı irade gücünden söz etmek mümkün; rasyonalite yine yok. Örneğin Müslüman toplumlarda, liyakat, adalet, hakkaniyet, yalan söylememe, sözünde durma ilkeleri bir başörtüsü ya da bir sakal-cübbe kadar değer görmüyor!

AHLAKSIZ DİN OLMAZ

Tanrısalla ilişki/temas insanı farklılaştırır, farklılaştırması gerekir. Bir Müslüman, gözünüzün içine baka baka yalan söyleyemez; hem namaz kılıp hem haram yiyemez; haram yiyor, insanları aldatıyorsa o insan iman sahibi olamaz, bu durum müminin tarifine aykırıdır. Kendisi gibi doğadaki tüm varlığa görevi olduğunu bilmeyen ve ihtiyaçlarına sınır koymayan kişi dini anlamamış demektir. O halde yeniden Tanrısal olan nedir sorusunu sormak zorundayız. Hayatımızdan çıkardığımız Tanrı’yı yeniden aramak zorundayız. Kant, “din, Tanrı’ya uygulanmış ahlaklılıktır” der; varlıktaki her şeyin kendi içinde bir değer olduğunu fark edemeyen ve kâinatla bütünleşemeyen bir zihin “dindar” değildir.

Gelmek istediğim nokta şu: Üzerimde hayli emeği olan, hocaların hocası, değerli Prof. Dr. Saim Yeprem Hocam, her pazartesi yazımı okur ve ara ara kritik yapar gönderir. Kendilerine buradan da şükranlarımı arz ederim. Hep eleştirme, ne yapılması gerekiyor, nasıl anlaşılması lazım; çözüm önerilerini yaz ve örneklerle ortaya koy, tavsiyesini dikkate alarak, İslam’ın koruma altına aldığı beş temel ilke üzerinden bir Müslüman kendisini nasıl inşa etmelidir sorusuna cevaplar arayacağım. Diyanet İşleri Başkanlığı’na da buradan seslenmek isterim, zira bu beş ilke üzerinden kucaklayıcı/evrensel yeni bir din dili oluşturulabilir. Nasıl mı? Haftaya başlayalım.