Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporlarına göre, Türkiye’de 5-17 yaş arasında 720 bin çocuk işçi var.  720 bin çocuk işçinin 250 bini, çalışmak zorunda olduğu için eğitim alamıyor.

Çocuk işçilerin yüzde 36’sı, ailesinin ekonomik faaliyetlerine yardımcı olmak için, yüzde 23’ü aile gelirine katkıda bulunmak için çalışıyor. Bu verileri, Devlet Planlama Teşkilatı kökenli İYİ Parti Milletvekili Erhan Usta bütçe görüşmeleri sırasında paylaştı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi edilmesine ama temel insan hakları açısından kabul edilemez hakikatler Türkiye’nin utancı olarak kayıtlara geçti.

10 MİLYON KİŞİ AÇLIK SINIRINDA

Cumhurbaşkanı Yıllık Programı’ndaki tanım esas alındığında, 2020 yılında Türkiye’deki yoksul sayısı 17.9 milyon kişi. Bu, 2019’a göre yaklaşık 714 bin kişilik artış demek. Tutanaklara göre Usta’nın paylaştığı istatistiklerden bir demet:

- Türk-İş ve TÜİK verileri birlikte dikkate alınarak, Türkiye’de 2018 yılında açlık sınırı altındaki kişi sayısı 10 milyon. Açlık sınırın üzerinde olup yoksulluk sınırı altında olan kişi sayısı ise 42.7 milyon.

- Nüfusun yüzde 39.3’ü ısınma sorunu, 36.9’u da çatı akması, çürümüş pencere ve rutubet gibi güvensiz barınma koşullarında yaşıyor.

ŞEHİT AYRIMI

CHP Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Türkiye’deki 720 bin çocuk işçiye göçmen çocuklar ile çırak, stajyer ve mesleki eğitim gören çocukların dahil olmadığını hatırlattı. Bu gruptakiler de eklendiğinde çocuk işçi sayısı 2 milyona yükseliyor. Karaca’nın sunduğu veriler arasında çalışırken yaşamını yitiren çocuklar da vardı. 2013-2021 ilk beş ayına kadar geçen sürede 513 çocuk çalışırken hayatını kaybetti.

Şehit aylıkları ve hakları konusundaki farklı uygulamaları eleştiren Karaca, şöyle dedi:

“Size göre kaç şehit var ya da kaç çeşit gazi var? Kore gazisi, Kıbrıs gazisi, 15 Temmuz gazisi, terör gazisi, 15 Temmuz şehitleri, terör şehitleri, sivil şehitler. Allah aşkına, bu toprakların bağımsızlığı için bedenini toprağa düşürmüş şehitlerimiz arasında ayrım yapmak olur mu ya da yaralanmış, gazi olmuş gazilerimiz arasında ayrım yapılır mı? Şehit, şehittir, gazi de gazidir. O zaman neden aylıklarına, haklarına ilişkin türlü türlü düzenlemeler var? Neden bu ayrımcılık ortadan kaldırılmıyor?”

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Milletvekilleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’a yoksulluk, kadın istihdamı, sosyal yardımlar, çocuk işçilerle ilgili birçok soru yöneltti. Kadına şiddetin önlenmesi için önemli güvence olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gündeme getirilirken, protesto da edildi. Önce MHP Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın İstanbul Sözleşmesi hakkındaki sözlerini de aktaralım da kayda girsin:

AİLE YAPISIYLA BAĞDAŞMIYORMUŞ

“İstanbul Sözleşmesi beklentileri karşılayamamış, sadra şifa olamamıştır. Dahası mezkur sözleşmenin bazı hükümleri aile yapımız ve manevi değerlerimizle bağdaşmamakta, toplumsal düzen ve dengeyi tehdit eden nitelik taşımaktadır. Sözleşmeyi imzalayıp taraf olmak kadar çekilmek de haktır, hukuki bir tasarruftur ve bu itibarla İstanbul Sözleşmesi’nin feshi doğru ve yerinde bir uygulamadır.”

Bakan Yanık İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışla ilgili yoğun eleştirilere, “bütüncül bakmak gerektiği” cevabını verdi. Yani sadece o yasa değil, Ceza Kanunu, Medeni Kanun’u da dikkate almak gerekiyormuş. Yanık’ın değerlendirmesi şöyle:

“İstanbul Sözleşmesi noktasında, geçmişte benim zaten kamuoyuna bakanlıktan çok daha önce hukukçu olarak ve bir aktivist olarak söylediklerim kayıtlarda var. O kanaatlerimin hiçbirini değiştirmedim, bakın, altını çizerek söylüyorum.”

Bu cevabın ne kadar ikna edici olduğunu anlamak içinse son iki günde işlenen kadın cinayetlerini bakmak yetecektir.


Sayıştay raporlarına ne oluyor- 2


2022 yılı bütçe görüşmeleri TBMM’de sürüyor. Görüşmeler Meclis adına kamu harcamalarını denetleyen Sayıştay raporlarının önemini de tekrar hatırlamaya vesile oluyor. Tam da bu nedenle geçtiğimiz günlerde Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Sayıştay’ın bütçesi görüşülürken, Sayıştay Başkanı Metin Yener’in, komisyon üyesi milletvekillerinin sorularına verdiği cevabı aktarmıştım.

“Sayıştay’ın binlerce yolsuzluk raporu ne oluyor?” başlıklı yazıda Yener’in, saptanan kamu zararları ve buna karşılık nasıl bir yol izlendiğine dair anlatımlarına yer verdim. Başkan Yener, Sayıştay yasasına göre denetim sırasında kamu zararı saptanması halinde, sorumluların savunmalarının alındığını ve “iddianame” niteliğinde yargılamaya esas rapor düzenlendiğini söyleyerek şöyle demişti:

“Bu raporlar Sayıştay’ın hesap dairelerine gönderiliyor. Hesap yargılaması yapıldıktan sonra iki seçenek mevcut: Ya yapılan iş yasaya uygun. Ya da kamu zararı gerçekten var. Kamu zararı varsa da sorumlulardan tazmin edilmesine karar veriliyor. İşte bu kararlar, sorumlunun bağlı olduğu kamu idaresine ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’na, Sayıştay Başsavcılığı’na bildiriliyor.”

Sayıştay’da uzun yıllar görev yapmış olan uzman denetçi bir okurumdan uzunca bir mektup aldım. Adının açıklanmasını istemeyen okurum, Sayıştay Başkanı’nın TBMM’de yaptığı bu açıklamayı hayretle okuduğunu, cevabın yanlışlık içerdiğini belirtiyor.

Nedenini de şöyle izah ediyor:

HESAP YARGILAMASI ÇOKTAN “RAHMETLİK”

“ Sn. Başkan kamu zararlarının yargılanmasını temin için denetçilerin düzenlemiş oldukları yargılamaya esas raporların iddianame niteliğinde olduğunu ifade etmiş. Böyle bir şey yok. Bugüne kadar hiç kimsenin aklına gelmediği gibi telaffuz dahi edilmiş değil. Sn. Başkanın iddianame nitelendirmesini kabul edecek olursak o zaman denetçileri de savcı yetkili saymak gerekir. Zira iddianame hazırlamak C. Savcılarının yetkisinde. İkincisi; Sn. Başkan Sayıştay’ın hesap yargısı yaptığını anlatmaya çalışmış. Yeni Sayıştay Kanunu ile Sayıştay’a hesap yargılama görevi verilmeyip onun yerine kendi tespit etmiş olduğu kamu zararlarını yargılama görevi verilmiştir. Yani Sayıştay’ın hesap yargılama görevi bundan yaklaşık on bir sene önce tabir caizse rahmetli oldu.”

Sayıştay, kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Meclis adına denetliyor. Sorumluların hesap ve işlemlerini hükme bağlamakla görevli. Anayasa’ya göre, Sayıştay’ın denetimleri yapmış yargı kararına bağlandığından yapılan denetimler yargısal nitelik kazanıyordu. Ancak Sayıştay kanununda öyle bir değişiklik yapıldı ki, Sayıştay’ın Anayasa’da sayılmış yetkisi neredeyse ortadan kalktı.

Sayıştay denetçisi okurum, 2010’da değiştirilen Sayıştay Kanunu ile Sayıştay’a düzenlilik denetimi ve kamu zararlarını yargılama” görevleri verildiğini, bunun da Sayıştay’ı yaptırım uygulamaktan uzaklaştırdığını ifade ederek hepimizi ilgilendiren şu acı değerlendirmeyi yapıyor:

ESKİSİ GİBİ DEĞİL

“Bu raporlar genellikle birkaç gün medyanın gündemini işgal ettikten sonra gündemden çıkmaktadır. Diğer taraftan Sayıştay, kamu zararlarını hukuk yargılamalarına ilişkin kurallar ile yapması gerekirken, hesap yargılamalarına ilişkin kurallar ile yapmaktadır. (...) Ne yazık ki Sayıştay yeni Kanunu ile Sayıştay olmaktan çıkarılmış oldu. Şimdi Sayıştay çalışmalarına anayasa dışı bir kurum gibi devam etmektedir.”

Göründüğü kadarıyla Sayıştay, uzunca bir süredir Anayasal görevlerini hakkıyla yerine getiremiyor.