İkinci Dünya Harbi’nden sonra dünyada birbirini etkileyen ve birbirinden etkilenen iki “ağır sıklet” iktisatçı öne çıkmıştı. Bunlardan birincisi 2 metre boyunda İngiliz Lord John Maynard Keynes (1883-1946), diğeri Avusturya doğumlu Amerikalı Friedrich August von Hayek (1899-1992) idi. Doğum tarihlerine tekrar bakarsak, ikisinin de Amerika’da menkul kıymet borsanın çöküşüyle başlayıp, bütün dünya ekonomisini (genç Türkiye Cumhuriyeti dâhil) fena şekilde etkileyen Büyük Buhran’ı (Great Depression) bizzat gözlemlediklerini anlarız. Büyük Buhran “para ile iktisadi dalgalanma” arasındaki ilişkilerin incelenmesine vesile olmuştur. Bu iki bilim insanı da aynı konuya yani “para ile üretim” arasındaki “sebep-sonuç” ilişkisini çözmeye odaklanmıştır. Buna, reel olmayan yani “mali” ekonominin, reel yani “maddi” ekonomiyi nasıl etkilediğinin araştırması da denebilir.  Newton fizikte ne ise Adam Smith de iktisatta odur. Newton ağaç altında yatarken, Tanrı’nın başına elma düşürerek ona nâzil ettiği “yer çekimi”ni anlatan ayetini insanlığa sözel ve sayısal dillerle tebliğ etmiştir. Smith de çarşı pazar dolaşıp, hayatın kendisini gözlemleyerek, arz ve talebi eşitleyen şeyin fiyat olduğunu idrak etmiş ve Tanrı’nın “fiyat mekanizması” ayetini İngilizler anlasın diye İngilizce olarak ıkra etmiştir.

ARZ VE TALEP

Fiyat, arz ve talebin eşitlendiği noktada teşekkül eder denir. Aynı olgu, fiyat “arz ve talep” eşitleninceye kadar aşağı-yukarı dalgalanır, eşitlendiği noktada durur şeklinde de ifade edilebilir. Piyasada fiyatın dalgalanmasına izin verilmezse; arz, talebe eşitlenemez. O zaman paralel bir piyasa (gri veya kara borsa) oluşur. Eşitlenme orada teşekkül eder. Piyasa fiyatı “peşindir; malın anında, yerinde ve aynı miktarda teslimi şartını içerir”. İşin içinde vadeli ödeme veya gecikmeli, farklı miktarda veya başka bir yerde teslimat şartı varsa orada oluşan fiyat, arzı talebe eşitleyen “piyasa fiyatı” değildir. Hele işlemin (transaction) tamamlanması için işin içine kamu desteği, permi veya karne gibi ek şartlar girmişse, böyle bir ortamda oluşan fiyat da “piyasa fiyatı” değildir. Fiyat, her zaman ve her yerde oynaktır. Fiyatı daima alıcı belirler. Fiyatın, arz ve talebi eşitleme yeteneği, düşük fiyatın talebi, yüksek fiyatın arzı artırdığı varsayımına dayanır. Soru: Düşük fiyat neye göre düşüktür? Alıcı bugünkü fiyatı dünkü ile mi, yoksa yarınki beklenen fiyatla mı kıyaslayarak kararını verir? Yanıt: Yarın için “beklenen” fiyatla kıyaslar.

BEKLENTİLERİ YÖNETMEK

Fiyat artışları, uzun vadede arzı artırmakla, kısa vadede ise beklentileri yönetmekle olur. Döviz için de aynı kural geçerlidir. Bir farkla ki; döviz hem bir “mal” (commodity) hem de bir “mülk”tür (asset). Döviz fiyatı, uzun vadede “cari işlemlerde”, kısa vade de ise “sermaye hareketlerinde” fazla vererek düşürülebilir. Sürekli cari açık veren ülkelerde döviz, mal olmaktan çok mülktür. Eğer piyasada “Nasıl olsa yarınki fiyatı bugünkünden yüksek olacaktır” beklentisi yerleşmişse, dövizin fiyat artışı ancak “sıcak para” çekmekle frenlenebilir. IMF’nin kuruluş amacı, devalüasyonların “rekabet aracı” haline getirilmesini önlemektir. Sıcak para için IMF’ye başvurmak, Çin veya Katar ile swap yapmaktan daha akılcıdır. Ancak sıcak para gelince cari işlemler açığını sıfırlama hedefinden asla ve kat’a vazgeçilmemelidir.

Son söz: İktisat, rasyonelliktir.